İdlib krizinde dörtlü zirve ve yeni görüşmeler öne çıkıyor. Başkan Erdoğan, Putin, Merkel ve Macron'un 5 Mart'ta bir araya gelmesi ihtimali, BM'nin "21. yüzyılın en büyük insani kâbusunun yaşandığını" belirttiği İdlib için diplomasi ile çözüm arzusunu diri tutuyor. Yine Rus Dışişleri Bakanı Lavrov'un Rusya ve Türkiye'nin yeni görüşmelere hazırlandığını açıklaması Ankara-Moskova hattında hâlâ ateşkesi için ikili bir çabanın yürütüldüğünü gösteriyor. Akla gelen soru şu: Bu iki diplomatik çaba sahadaki askeri çatışmayı durdurabilir mi?
Moskova'nın maksimalist taleplerini ve Avrupa'nın etkisiz aktörlüğünü düşününce soruya olumlu cevap vermek zor. Ancak son yıllarda Rusya ve Türkiye arasında kurulan güçlü iş birliğinin iki tarafın lehine olduğu ve uzun vadeli çıkarları için korunması gerektiği düşünülürse bir orta yol bulunmak mecburiyetinde.
Bu ne kadar gecikirse ve sahadaki askeri kayıplar artarsa ilişkilerdeki güveni toplamak zorlaşacak. Moskova'nın İdlib için Ankara ile uzun dönemli stratejik çıkarlarını tehlikeye atması rasyonel görünmüyor. Moskova, kendince 2018 mutabakatının hayata geçmesi için zorlayıcı bir tarza geçmiş olabilir.
Radikal gruplarla mücadele için baskılama yapıyor olabilir. Ancak İdlib'den şimdilik bir milyon, daha sonra belki iki katına ulaşacak mülteci akınının Türkiye'yi çok ciddi sıkıntıya sokacağı açık. Kaldı ki Türkiye, Suriye'den kaynaklanan (YPG ve DEAŞ terörü ve mülteciler gibi) sorunlardan en fazla etkilenen ülke.
Ve Türk-Amerikan ilişkileri de en çok Suriye iç savaşı yüzünden yıprandı.
En zoru, güveni toparlamak
Bu ortadayken, Kremlin neden İdlib konusunu bu kadar geriyor? Muhtemelen, Esad'ın İdlib'i ele geçirmesiyle Suriye iç savaşında yeni bir evreye geçileceği düşünülüyor. Mesele artık ABD ve Türkiye'nin kontrolündeki bölgelerin kaderine odaklanacak. Rusya, toprak bütünlüğünü koruyarak Suriye'yi istikrara kavuşturmak istiyorsa Türkiye ile çalışmak durumunda. Siyasi geçiş sürecinde ve ülkenin yeniden imarında da en etkili aktörlerin başında Türkiye geliyor. Moskova, ikili ilişkilerdeki güveni zayıflatan tavrını bir an önce terk etmeli. İletişim Başkanı Fahrettin Altun'un, Kremlin'e çağrısı önemli: "Sabrımız çoktan taştı ama Rusya'nın iş birliğine güveniyoruz. Yine de ulusal güvenliğimizi korumanın yollarını aramaktan geri durmayacağız." Şurası net, Rusya, Türkiye'nin ulusal güvenliğini sıkıntıya soktukça ikili iş birliği zemin kaybedecek. Ve Moskova'nın bu çağrıya kulak tıkamaya devam etmesi durumunda üzerine titizlenilen "güven" yitirilecek.
Bu da Ankara'yı Moskova ile ikili ilişkileri yeni ve kalıcı bir şekilde değerlendirmeye iter. Herhalde bu Kremlin bu kadar yatırım yaptığı bir ilişkinin kaybedilmesini arzulamayacaktır. Bu aşamaya gelmeden bir uzlaşının üretilmesi için Putin'in daha önce yaptığı gibi bürokrasisini dizginlemesi gerekir. Zira sahadaki gerginlik aradaki güveni yıkacak aşamaya çoktan geldi. "Uçurum kenarı" politikası için yer kalmadı. Geri çekilmesi gereken Moskova...
Ankara neyi yapamaz?
Ankara için, Esad rejiminin "Sünnileri Suriye'den çıkarmak" şeklindeki demografi tasfiye politikası kabul edilemez. Tıpkı YPG'nin terör koridoru olamayacağı gibi.
Aksi durumda 6-7 milyon Suriyelinin ülkesine dönmesi bir hayal olacaktır.
Bu yüzden Türkiye, üç bölgede ve muhtemelen İdlib'de kuracağı güvenli bölgelerde belirli bir süre daha kalmak zorunda. Rusya'nın Suriye angajmanı ne kadar sürer bilemem. Ancak Suriyelilerin önemli bir kısmının ülkesine döneceği bir siyasi süreç oluşturulmadıkça Türkiye, mevcut bölgelerden çekilemez. Kimin Ankara'yı "yayılmacı" diye nitelediğinin de hiçbir önemi yok. Bakmayın CHP'nin "Esad ile görüşün önerisine" ve "ne işimiz var İdlib'de?" laflarına. Muhalefette olmanın lüksünü yaşıyor. Hangi parti ya da siyasetçi iktidarda olursa olsun, Suriye politikasının merkezine mültecilerin dönüşünü ve YPG ile mücadeleyi almak zorunda. Güvenlik ve istikrarımızın olmazsa olmazı bu.
[Sabah, 25 Şubat 2020].