Geçen hafta sonu Rusya’da yaşanan tarihi gelişmeler, ABD’nin ve müttefiklerinin rolü ve tercihlerinin de tartışılmasına yol açtı. Putin’e en yakın isimlerden olan Prigojin’in ana motivasyonu Wagner’in güç ve otonomisinin korunmasıydı ancak Batı tarafından ‘teşvik’ edilmiş olabileceği yönünde yorumlar sıkça dile getiriliyordu. Putin Prigojin’i ‘sırtından hançerlemekle’ suçlarken Kremlin’den ‘dış güçler’ imaları geldi. Muhtemelen, Prigojin’in kalkışması daha siyasi bir yere gitseydi bu iddialar çok daha fazla öne çıkacaktı. Bu yorum ve imaların siyaseten yapıldığı ve ispatlanmasının zor olduğu açık ancak Amerikan politikasının Putin’in düşürülmesini isteyip istemeyeceği önemli bir soru olarak karşımıza çıkıyor. Ukrayna işgali yüzünden Batı’yla keskin bir kopuş yaşayan ve ağır ekonomik bedeller ödeyen Moskova’nın kaosa sürüklenmesinden çok eli zayıf biçimde masaya oturmasının istendiğini söyleyebiliriz.
Wagner’in lideri Prigojin’in Moskova’ya yürüyüşünün Rusya Devlet Başkanı Putin’in yenilmez ve güçlü imajına ciddi bir darbe vurduğu kesin. Prigojin savaşın daha iyi yürütülmesi için isyan ettiğini söylediyse de Putin’in Wagner’i orduya entegre etmek isteyen Savunma Bakanlığı’ndan yana tavır aldığı belliydi. Savaşı yürüten iki ana güç arasındaki bu çatlak, Ukrayna’da işlerin iyi gitmediğini ve sorunların Putin’in iktidarını tehdit edebilecek bir noktaya geldiğini gösterdi. Bu durum karşısında gelişmeleri yakından takip eden ve erken istihbarat sahibi olan ABD ve müttefiklerinin Putin’in iktidardan düşmesini istediklerini söylemek kolay değil. Rusya’nın bir kaos ortamına sürüklenmesi ve nükleer silahların güvenliğinin tehlikeye girmesi ihtimalleri Batı için endişe verici. Dahası Putin sonrasında daha sertlik yanlısı fraksiyonların iktidara gelmesi de yönetilmesi çok daha zor senaryolar ortaya çıkarabilirdi.
Halihazırda Rusya açısından hiç de iyi gitmeyen ve yıllara yayılması muhtemel bir savaş sürerken Moskova’da yaşanacak bir rejim değişikliğinin Batı’nın çıkarına olduğunu söylemek zor. Prigojin ayaklanması Moskova’daki rejimin sanıldığından zayıf olduğunu, iç güvenlik zaaflarının büyüklüğünü ve mevcut stratejinin savaşı yürütenler tarafından benimsenmediğini gösterdi. Ukrayna’yı Kırım da dahil bütün topraklarını kurtarmak için cesaretlendiren gelişmeler, Putin’e zarar verdi. Washington’un ‘tanıdık şeytan tanımadık şeytandan iyidir’ şiarı çerçevesinde zayıflamış bir Putin’i tercih edeceğini söyleyebiliriz. Washington’un, ölüm kalım savaşına girmek zorunda kalan ve nükleer silah kullanma yoluna gidebilecek bir Putin’den ziyade zayıf bir Putin’i tercih edeceği açık. Rusya’ya karşı Ukrayna’nın ana destekçisi olan ABD, Putin’i daha öngörülebilir bir aktör ve nihai bir barış anlaşmasında muhatap olarak algılıyor. İşgal girişimi büyük hata olarak görülse de Putin’le ilgili irrasyonel veya dengesini kaybetmiş bir lider yorumları yapılmıyor.
İşgal girişiminin başından beri ABD’nin en önemli kaygılarının başında Rusya’nın nükleer silah kullanma potansiyeli yer aldı. Bu riski yönetmek adına Ukrayna’ya gelişmiş silah tedarikinde ayak süren Washington, verdiği füzelerin menzillerine de sınırlamalar koymuştu. NATO içerisinde daha fazla bütünlük sağladıktan sonra gelişmiş tankların gönderilmesine ve en son olarak F-16 eğitim ve tedarikine evet diyen Washington, bütün bu adımlarda Moskova’ya varoluşsal bir tehdit oluşmadığı mesajını ısrarla iletti. Ukrayna’nın Rusya’yı doğrudan hedef almasına karşı olduklarını da açıklayan Biden yönetimi, Putin rejiminin hayati tehlikede olduğu hissine kapılmasını istemedi. Bu çabalara karşın Kremlin nükleer tehdit savurmaktan kaçınmayarak zaman zaman el yükseltti ancak Moskova nükleer kullanmanın intihar olacağının farkında. Taktik nükleer silah kullanma ihtimali hâlâ var ancak savaşın dengelerini topyekûn değiştirecek bir adım atmak NATO’nun doğrudan müdahil olması sonucunu doğuracağı için Moskova da bu konuda temkinli.
Washington Prigojin kalkışmasını bir yandan Putin güç kaybettiği için memnuniyetle bir yandan da nükleer silahların güvenliği yüzünden endişeyle izledi. Geçmişte Rusya-ABD ilişkilerinde START gibi anlaşmaların imzalanmasında birlikte çalışılan rasyonel bir aktör olarak görülen Putin’in muhtemel bir ateşkes veya barış anlaşmasında tekrar muhatap haline geleceği biliniyor. Böyle bir muhatabın masaya eli zayıf gelmesi ideal görülse de bu aktörün ortadan kalkması ve yerine daha sertlik yanlısı bir aktörün gelmesi tercih edilmeyecektir. Önümüzdeki aylarda Ukrayna’nın karşı taarruzunun başarı derecesi de bu denklemin dinamiklerini belirleyecek. Zelenski’nin ilerleme kaydetmesi Rus ordusunun zaaflarını ve etkisizliğini daha fazla gözler önüne serebilir. Bu durumda Prigojin’den darbe almış ve cephede ağır kayıplar vermiş bir Putin’in geri çekilmeye zorlanması mümkün olabilir ancak bunun kalıcı bir barış anlaşmasına dönüşmesi de kolay olmayacaktır. Sonuç olarak, Washington’un Moskova’da rejim ve aktör değişikliğinin yaratacağı kaos ortamını değil zayıflatılmış ve eli mahkûm bir Putin’i tercih edeceğini söyleyebiliriz.
[Yeni Şafak, 30 Haziran 2023].