SETA > Yorum |
Türkiye'nin Yeni Güvenlik Asabiyesi

Türkiye'nin Yeni Güvenlik Asabiyesi

Meydan okumaların aşılması ve fırsatların değerlendirilebilmesi için, Türkiye'nin 'siyasi asabiyesi' ile 'güvenlik asabiyesi' arasındaki 'karşılıklı kurucu ilişkiyi' dikkatli bir biçimde dengelemek gerekiyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bir süredir üzerinde konuştuğu 'yeni güvenlik konsepti' şekilleniyor. Türkiye, alışık olmadığı tarzda eş zamanlı bir biçimde farklı güvenlik tehditleriyle karşı karşıya. Terörizmin, Türkiye'yi her zamankinden daha yoğun bir şekilde hedef alması, terörist örgütlerin sayı ve nitelik bakımından çeşitlenmesi, konvansiyonel tehditlerin yanı sıra asimetrik tehditlerin özellikle Ortadoğu coğrafyasında giderek bölgesel güvenlik mimarisini sarsması, Ankara'yı yeni bir güvenlik ve savunma yaklaşımını benimsemeye zorladı. İçeride ise, halihazırda devam eden terörle kapsamlı mücadele ve 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında güvenlik sektöründe yaşanan büyük değişim ve kırılma, Türkiye'yi karşı karşıya kaldığı büyük çaplı kırılmaya bir cevap üretmeye sevk etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ve hükümetin Türkiye için yeni bir güvenlik anlayışının inşasına yönelik tutumları, henüz kapsamı ve doktrin boyutunda kavramsal çerçevesi tam olarak çizilmemiş olsa da; yakın gelecekte ulusal ve uluslararası kamuoyu nezdinde önemli bir tartışmayı da beraberinde getireceğe benziyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Türkiye için resmettiği yeni güvenlik konseptini inşa ettiği zemin aslında bugüne kadar alışık olduğumuz AK Parti siyasetinin temel referans kodlarını bünyesinde barındırmakla birlikte, yeniden tartışmaya açılan bir asabiyenin üstüne kuruluyor. AK Parti'nin siyaset asabiyesini şekillendiren üç temel referans noktası vardı: geleneksel ulus-devlet anlayışının yukarıdan inmeci unsurlarının, yeni bir siyasal pratikle birlikte demokratik ulus-devlet modeline doğru dönüştürülmesi; kademeli bir güç artırımı vasıtasıyla Türkiye'nin kendi bölgesinde dönüşümcü bir aktör olması; uluslararası ölçekte Türkiye'nin, daha esnek hareket serbestisi kazanacak şekilde stratejik özerkliğini sağlamlaştırması. Bu üç temel referans noktası büyük ölçüde değişime uğramak zorunda kaldı. Demokratik ulus devlet modeli içinde Kürt meselesinin çözümü en önemli unsurlardan biriydi. Bu alanda büyük bir mesafe alındı. Ne var ki Suriye iç savaşının aşırı yerelleşmiş çatışma dinamikleri ortamında PKK terörünün yeninden alevlenmesi öncelikleri değiştirdi. Bölgesel ölçekteki dönüşümcü rol; Ortadoğu'da yaşanmakta olan siyasal parçalanma ve Arap Baharı'nın neden olduğu 'hayatta kalma' jeopolitiği nedeniyle, Türkiye'yi seçici bir angajmana yöneltirken, stratejisinde revizyona zorladı. Küresel ölçekte ise, yaşanan belirsizlik, istikrarsızlık ve korumacı politikalar Türkiye'nin diğer büyük güçlerle ilişkisini önemli ölçüde etkiledi. Daha önemlisi yeni dönem bir bütün olarak içeride, bölgede ve küresel ortamda; Türkiye'ye yönelik bütün tehditleri, 'ikincil aktörlerin' kullanımına açık hale getirerek dış kısıtlamalar çoğaldı. 15 Temmuz darbe girişimi, PKK ve DEAŞ, bu örneklerden sadece birkaçı.

Bütün bu süreci, Türkiye için adeta kristalize hale getiren temel okuma biçimi ise, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Yıldırım'ın, "Türkiye bir beka problemiyle karşı karşıya" ifadesine bakarak anlaşılabilir. Bu beka problemi Erdoğan'a yeni bir Türkiye okumasını ve beraberinde yeni bir asabiye inşa etmeyi zorunlu kılıyor adeta. Erdoğan'ın konuşmalarında "tek bayrak, tek millet, tek devlet ve tek vatan" şeklinde temayüz eden ve sıklıkla tekrar eden bu söylem tam da böylesi bir yeni okumaya olan ihtiyacın siyasi çerçevesini oluşturuyor. Bu nedenle yeni güvenlik anlayışı böylesi bir arka plan ve zemin üzerine yükseliyor. Erdoğan'ın Lozan'ı sorunsallaştırması, Musul'u bu bağlama oturtması, Suriye ve diğer bölgesel sorunlardaki çıkışları ülkenin bir bütün olarak beka sorunuyla karşı karşıya kalmasından kaynaklanıyor. Dolayısıyla yeni Türkiye'nin güvenlik asabiyesini 'Anadolu merkezli' bir coğrafi temelin daha da ötesinde inşa etmeye zorluyor.

ANADOLU'NUN ÖTESİ
Bu yeni güvenlik asabiyesinin temel mantığı elbette sınırların içinde değil, sınırların ötesinde şekilleniyor. Aslında, klasik düzeyde uluslararası toplumun birçok aktörünün uygulamaya koyduğu 'önleyici güvenlik anlayışı'nın gecikmiş de olsa, Türkiye tarafından uygulanmaya başlamasının bir göstergesi. Türkiye'nin önceden sahip olduğu hatta geleneksel olarak benimsediği 'karışmama ilkesi' üzerine yükselen güvenlik kültüründen bir ölçüde kopuşu da yansıtıyor. Bu yeni anlayışın ilk önceliği ise, terörle mücadele stratejisinde yapılan revizyon. Bunun da iki ayağının olduğu anlaşılıyor: Birincisi, içerde teröre yönelik mücadelede, savunmacı bir yaklaşımdan daha aktif askeri mücadeleye geçişi içeren bir stratejiyken; ikincisi ise, özellikle yakın coğrafi kuşaktaki örgütlere karşı askeri müdahaleyi gündemine alan sınır ötesi operasyonları gündeme getiriyor. Böylesi bir operasyonel temponun ise önümüzdeki yıllarda iki temel odak noktası olacağa benziyor: Suriye ve Irak. Dolayısıyla yeni güvenlik anlayışının, Türkiye'yi yakın coğrafi havzada özellikle de Ortadoğu'daki yansıması daha fazla müdahaleye hazır, caydırıcı ve uzun dönem dışarıda kalma hedefi etrafında şekilleniyor.

Peki, böylesi bir güvenlik anlayışı, bir bütün olarak Türkiye'nin güvenlik ve beka sorununu tedavi edebilecek mi? Bu gerçekten çok kritik bir soru. Kanaatimce, bu sorunun cevabının birkaç nedenden ötürü tam manasıyla bir "evet" olacağını düşünmüyorum.

Birincisi, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası güvenlik sektöründe, bu yeni anlayışa uygun bir askeri reformun henüz hayata geçirilememiş olması. Türkiye'nin halihazırdaki askeri savunma, müdahale ve hazırlıklılık kapasitesinin geliştirilmesi gerekiyor. Bu nedenle TSK'nın sadece sivil-asker ilişkileri bağlamında reforma tabi tutulması değil; aynı zamanda stratejik düzeyde de dönüştürülmesi gerekiyor.

İkincisi, bölgesel ölçekte tehditleri caydırmak için bütün ülkeler önleyici politikalara yöneliyorlar. Bu maksatla devletler, sınırlarının ötesinde ya kendi askeri varlıklarını bulunduruyorlar ya da vekil aktörler kullanıyorlar.

Üçüncüsü ise, uluslararası aktörler halen en temel oyun bozucu aktörler olarak Türkiye'nin güvenlik anlayışının eyleme döküleceği hedef sahasında askeri olarak varlıklarını idame ettiriyorlar.

Dördüncüsü, yeni tehditlerin nitelikleri askeri açıdan geleneksel yöntemlerle baş etmeyi fazlasıyla zorlaştırdığından, Türkiye'nin de geleneksel olmayan yöntemleri kullanabilecek bir kapasite inşasına geçmesinin zamana ihtiyaç duyması. Dolayısıyla bir bütün olarak yeni güvenlik anlayışı önemli meydan okumalar ve fırsatlar ile karşı karşıya.

Bu meydan okumaların aşılması ve fırsatların değerlendirilebilmesi için, Türkiye'nin 'siyasi asabiyesi' ile 'güvenlik asabiyesi' arasındaki 'karşılıklı kurucu ilişkiyi' dikkatli bir biçimde dengelemek gerekiyor. Kuşkusuz salt terörle mücadeleye odaklanmış bir güvenlik konsepti, uzun vadede Türkiye'nin güvenlik sorunlarını gidermesine kafi gelmeyecektir. Nihayetinde güvenliğin geniş yelpazede tanımlanması son derece kritik bir önem arz ediyor. Ancak bu genişliğe uygun stratejilerin de kısa, orta ve uzun vadeli şekilde ortaya koyulması icap ediyor.

[Sabah Perspektif, 26 Kasım 2016].