Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın St. Petersburg’a geniş bir heyetle gerçekleştirdiği tarihi 9 Ağustos ziyareti, hiç şüphe yok ki TürkRus ilişkilerinin seyri açısından önemli bir kırılma noktası oluşturacak. Siyasi, ekonomik, askeri ve jeo-stratejik ilişkilerin Kasım 2015’te yaşanan “jet krizi” öncesindeki seviyelere hatta daha da ötesine çıkarılması için hem Ankara hem de Moskova tarafında oldukça güçlü bir siyasi irade mevcut. 2000’li yılların başlarından itibaren AK Parti hükümetlerinin şekillendirdiği yeni Türk dış politikasının dayandığı çok boyutlu ve proaktif ölçek genişletme stratejisinin en önemli ayaklarından biri, Rusya ile derinlikli ve uzun soluklu ilişkiler geliştirilmesi yaklaşımıydı. Bu yaklaşım hem NATO ve Batı dünyası ile tarihi müttefiklik ilişkilerini dengeleyen önemli bir jeo-stratejik açılım olarak yapıldı, hem de Rusya üzerinden BRICS ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti) ve yükselen güçler ile ekonomik alanda karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin yoğunlaştırılması amacına yönelik jeo-ekonomik zihniyet açısından büyük bir hassasiyetle geliştirildi.
Uzun vadeli anlaşmalar çerçevesinde doğalgaz ithalatı ve bunun karşılığında tekstil, tarım ve gıda ürünleri, elektrikli makineler gibi sektörlerde yapılan ihracat üzerinden genişleyen ikili ticaret hacmi, 2012 yılında zirve yaparak 33 milyar dolara ulaştı ve izleyen yıllarda 30 milyar dolar sınırının üzerinde seyretti. 2015 yılına geldiğimizde Rusya, ticaret dengesindeki asimetrik yapıya rağmen Türkiye’nin toplam ihracatında ikinci, ithalatında ise üçüncü sıraya yükselerek en önemli ticari ortaklarımızdan biri haline gelmişti. Bu süreçte Rusya’da toplam 64 milyar dolarlık proje üstlenen Türk müteahhitlik sektörü için Rus pazarı tam bir uluslararasılaşma laboratuvarı işlevi gördü. Toplam yatırımların yüzde 20’si Rusya’da gerçekleştirilip yıllık ortalama 5 milyar dolarlık proje üstlenilerek müthiş bir performans gösterildi.
Akkuyu Nükleer Santrali projesinin Rus Rosatom şirketi tarafından üstlenilmesi ile tıptan iletişime kadar birçok sektörde uygulamaları olan nükleer enerji alanında personel eğitimi ve ortaklık ilişkileri gelişmeye başladı. Putin’in Aralık 2014 ziyaretinde teklif ettiği Türk Akımı projesi ile Rus gazının Türkiye üzerinden doğrudan Avrupa’ya iletilmesi vizyonu, Türk-Rus ilişkilerinin jeo-stratejik ve jeo-ekonomik açılardan ulaştığı zirve noktasını sembolize ediyordu. Bu gelişmeler yaşanırken Türkiye’yi ziyaret eden Rus turist sayısı 2010 yılındaki 3,1 milyon seviyesinden 2014 yılında yüzde 50’lik bir artışla 4,5 milyon seviyesine ulaştı. Ukrayna ile Suriye gibi kritik uluslararası çatışma alanlarında ise Ankara ve Moskova arasındaki tutum farklılıkları, derinleşen ikili ilişkileri bozmamak hassasiyetiyle hep ayrı bir düzlemde değerlendirildi. Dolayısıyla büyük ihtimalle FETÖ ile irtibatlı F-16 pilotları tarafından tetiklenen “jet krizi” Türk-Rus ilişkilerinin zirve noktasına ulaştığı kritik bir zamanda büyük bir kırılma yaratarak dokuz ay sürecek suni bir gerginlik ve gerileme dönemini tetiklemesi açısından dikkatle değerlendirilmeli. Rusya İle İşbirliğinin Anlamı
AK Parti ve hükümet nezdinde yaşanan yönetim değişikliğinden sonra dış politikada başta Rusya ve İsrail olmak üzere problem yaşanan ülkelerle normalleşme sürecinin başlatılması en önemli gündem maddesi olarak ele alınmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Putin arasındaki diplomatik kontaklar üzerinden ilerleyen normalleşme süreci belli bir noktaya ulaşıp kamuoyu ile henüz paylaşılmışken 15 Temmuz FETÖ’cü darbe girişimi yaşandı ve belki de bu normalleşme sürecinin önü şiddet kullanılarak kesilmek istendi. Ancak darbe girişiminin başarısızlığa uğratılması ve sonrasında ABD yönetimi, NATO ve AB liderlerinden gelen hayal kırıklığı yaratıcı tepkiler, Türkiye’nin alternatif stratejik opsiyonlarını ciddi olarak değerlendireceği yeni bir süreci de başlatmış oldu. Özellikle ABD yönetiminin darbe girişimini ilk andan itibaren açık ve net bir tavırla kınamaktan kaçınıp ikircikli ifadeler kullanması, Gülen’in iade sürecinde legal bahaneler ileri sürerek ipe un sermesi ve AB liderlerinin darbeye maruz kalan demokratik yönetime sahip çıkmak yerine Türkiye’ye üst perdeden insan hakları dersleri vermeye çalışmaları, Rusya ile normalleşme sürecinin stratejik önemini daha da artırdı. Hatta normalleşmenin de ötesine geçen bir stratejik yakınlaşma döneminin kapısını araladı. Bu yüzden henüz darbenin ikinci dalga riski devam ederken ve Türkiye’nin meydanlarında demokrasi nöbetleri sürerken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın risk alarak St. Petersburg’u ziyaret edip Rusya ile işbirliğini derinleştirme adımları atması hem darbeyi destekleyen kesimlere hem de Batı dünyasına açık mesajlar içeriyordu.
Ekonomik açıdan bakıldığında Rusya ile hızla ilerlemesi beklenen yakınlaşma sürecinde ‒2016 yılının ilk altı ayında 8,5 milyar dolar seviyesine düşen‒ ticaret hacminin geçtiğimiz yıllarda oturduğu yıllık 30 milyar dolar seviyesi üzerine çıkarılması ve uzun vadede 100 milyar dolar hedefinin kovalanması gündemde. Ayrıca geçtiğimiz Kasım ayından bu yana Türk girişimcilere ve firmalarına uygulanan ticaret ve yatırım kısıtlamalarının kaldırılması ile ihracat ve yeni yatırımlar anlamında hızlı bir artış sağlanması umuluyor. St. Petersburg zirvesinde karara bağlanan charter seferlerinin yeniden başlatılması ile turizm sektörünün yeniden yıllık 4 milyon turist hedefine kilitlenerek canlanması, vizesiz seyahat rejiminin tedricen işler hale getirilmesi, Akkuyu Nükleer Santrali’nin stratejik proje olarak ilan edilmesi ile çeşitli teşviklerden faydalanacak olması, Türk Akımı doğalgaz boru hattı projesi ile ilgili çalışmaların yeniden başlatılması, Türk-Rus ortak yatırım konseyi kurulması ve savunma sanayii alanında ikili işbirliğinin artırılması derinleşmiş işbirliği vizyonunun somut ekonomik ve stratejik açılımları olarak okunabilir. Özellikle NATO nezdinde seslendirilen tepkiler üzerine Çinli CPMIEC şirketi tarafından kazanılmışken iptal edilen füze savunma sistemi gibi kritik savunma sanayii ihalelerinde Rus şirketleri artık başat bir rol oynamaya başlayabilirler. 15 Temmuz sonrası dönemde TürkRus ilişkileri daha önce görülmediği kadar çok boyutlu, derin ve kalıcı bir nitelik kazanma potansiyeli taşıyor.
[Kriter, 1 Eylül 2016].