Modern Suriye tarihi, Suriye halkı için tercihlerden çok zorunluluklarla geçmiştir. Birinci Dünya Savaş'nın akabinde, Bilad-ı Şam'ın Fransız mandasına bırakılması Suriye halkının bir tercihi olmadığı gibi, 1949'dan 1970'e kadarki süreçte yapılan birçok darbe de Suriye halkının tahammül etmek zorunda olduğu bir realiteydi. 1963 Baas Devrimi sonrasında Hafız Esed 1970'te Tashih Devrimi'ni yapıp ülkenin sosyal dokusuna mugayyir bir otokrasi kurduğunda da, göz doktoru Beşar Esed babasının saltanatını devam ettirdiğinde de halk sessiz bir seyirci rolündeydi.
Suriye'de Mart 2011'de başlayan devrim süreci ile birlikte Suriye halkı, yine zorunluluklar arasında kalsa da ilk defa geniş ölçekli bir şekilde en birincil tercihlerini dile getirmeye başladı: halkın meşruiyetinin şekillendirdiği bir siyasal sistem. 1982 Hama katliamıyla sonuçlanan mücadelede, Beşar Esed'in göreve gelmesinden sonra oluşan "yalancı bahar" havasında ve 2005 Şam Deklarasyonu'nda da kısmen dile getirilen bu tercih, 2011 Martı ile birlikte ülke çapına yayıldı ve önceki girişimlerin aksine sed vurulması güç bir dalga haline dönüştü.
Suriye devrimine ilişkin birçok analiz maalesef kronolojik dayanaktan uzak ve bir vakum içinde yapılmaktadır. Bu sebeple devrimin tabiatı ve gelişimi ve halkın tercihleri ve kendisine dayatılan zorunluluklar açıkça anlaşılmamakta ve bu durum zaten bir enformasyon savaşına dönüşen Suriye krizinde Esed otokrasisine mühimmat sağlamaktadır. Bu noktada devrim sürecinde Suriye halkının maruz bırakıldığı zorunlulukları ortaya koymakta fayda vardır.
ESED'İN MEŞRUİYETİ ZATEN YOKTU!
Baştan başlamak gerekirse Esed ve şürekasının ülke yönetimini ele geçirmesi, Suriye halkının tercihi eliyle meydana gelmiş bir hadise değildir. Bu durum, Esed rejimine karşı girişilen devrim hareketinin meşruiyetinin sorgulanmasını da absürt kılmaktadır. Çünkü Esed rejiminin kendisi halk meşruiyetine dayanmayan ve zorunlulukların hayatta tuttuğu bir siyasi yapıdır. Bu sebepten halkın daha önce Esed rejimine vermediği meşruiyeti kendi uhdesi altına almak istemesi çok doğaldır.
15 Mart'ta Deralı çocukların duvara yazılar yazması ne kadar tercih ürünüyse, işkence gören çocukların ailelerinin çocuklarının serbest bırakılması için karakolun önünde toplanması da o kadar zorunluluk gereğidir. Karakolun önündeki kalabalığa ateş açan güvenlik güçlerine karşı olayların akabinde gelişen protestolar da benzer şekilde bir tercihten çok zorunluluk ürünüdür.
Protestoların yayılması ile artan rejim şiddetinin, barışçıl protestocuları barışçıl devrimcilere dönüştürmesi de Suriye halkının maruz bırakıldığı bir zorunluluktur. Reform isteyen halkın rejimin yıkılmasını isteyen halka dönüşümü, rejimin şiddeti ile senkronize gelişmiş ve reform isteğine katl ile cevap veren rejimin varoluşunu tehlikeye sokabilecek reformları hayata geçirmeyeceği anlaşılmıştır. Bu noktada onurlu bir şekilde yaşamak isteyen Suriye halkı için rejimin yıkılması bir zorunluluk haline dönüşmüştür. Diğer bir ifadeyle, Esed rejimi, kullandığı şiddetle, protestocuları devrimcilere dönüştürmüştür.
İlerleyen dönemlerde barışçıl devrimcilerden silahlı devrimcilerin çıkması da Suriye halkına dayatılan bir zorunluluktur. Hums'ta, İdlib'te, Hama'da başlayan, ülke geneline yayılan ve bu satırların yazıldığı anda özellikle Halep'te devam eden katliamlar, savunmasız sivillerin korunması i&cc