Suriye'de IŞİD kontrolündeki bölgede bulunan Süleyman Şah Türbesi'nin yerinin değiştirilerek Türkiye'ye 200 metre yakınlıkta Eşme'ye başarılı bir operasyonla getirilmesi muhalefet cenahında "dış politikanın iflası" tartışmasını yeniden canlandırdı.
Musul Başkonsolosluğu'ndaki rehine olayına benzer bir vakıa gerçekleşmeden 38 askerin tahliyesi 1 yıldır planlanan bir adımın atılmasıdır.
ABD ile Suriye'de muhaliflere yönelik eğit-donat anlaşmasının imzalandığı bir dönemde Türkiye'nin IŞİD karşısındaki kırılgan bir konumu ortadan kaldırmasıdır.
Ayrıca, IŞİD karşıtı mücadelenin hızlanacağı bir döneme girileceği de anlaşılmaktadır.
Bu operasyonun PYD ile bir temas çerçevesinde yapılması da yeni analizleri tetikleyecek mahiyettedir.
Ancak muhalefetin bu nakli ve tahliyeyi "Lozan'dan bu yana ilk defa toprak kaybı," "vahim ricat" hatta "Yeni Osmanlı projesinin mezar taşı" şeklinde ele alması Türkiye'deki siyaset tartışmalarının sağlıksız boyutunu sergileyen bir örnek olmuştur.
Açıkçası birkaç yıldır Türkiye siyaseti hakkında konuşmak analiz yapmaktan daha öte bir anlam kazandı. Tarafların ve pozisyonların horoz dövüşünü seyrediyoruz.
Nitelikli analizlerin de nihayetinde bir pozisyona sahip olabileceğinin farkındayız. Ancak ülkemize dair yapılan analizler artık "olanı" anlamaya ya da anlamlandırmaya değil akıl karışıklığına katkı sağlıyor.
Türkiye medyasındaki aşırı olumlu ya da olumsuz argümanların arasında kaybolmak büyük bir olasılık. Bu yüzden, "kendisinden bir türlü kurtulunamayan"
AK Parti iktidarına muhalif grupların ürettiği, dozu hayli yüksek, suçlayıcı söylemlerin uluslararası medyada da rahatlıkla karşılık bulduğunu görüyoruz.
"Otoriterleşme" söyleminin vardığı bugünkü noktada Erdoğan ve Davutoğlu'nun İsrail eleştirilerini "Türkiye'nin artık demokrasi olmadığı" hükmüyle karşılayan yorumlar bile yapılabiliyor.
Siyasi istikrarın ve ekonomik gelişmenin 1990'larla kıyaslanamayacak ölçüde iyi bir durumda olması da bu yorumların önünü kapamıyor.
Bunun en önemli sebebi Türkiye'nin AK Parti döneminde yaşadığı dönüşümün henüz konsolide olmamasıdır.
Başkanlık sistemi tartışması da buna yeni bir boyut eklemektedir.
Elitler arasındaki mücadelenin sert yansımaları uluslararası medya aracılığıyla tekrar ülkeye geri dönmektedir.
İç ve dış politikanın iç içe geçtiği bir dönemde bu etkileşim kaçınılmaz elbette. Bizzat AK Parti iktidarı da iç-dış politika etkileşimini artıran bir siyaset söylemi kullandı. Özellikle Arap Baharı sonrası bölgedeki değişime taraf olan AK Parti'nin dış politika söylemi bölge halklarının hissiyatına tercüman oldu. Bu söylemin reel olaylar ve mevcut milli menfaatler bağlamında nasıl bir terkibe uğradığı ise daha karmaşık bir süreç.
Dış politikanın rasyonel düzlemini yeterince fark edemeyenler Suriye ve Irak'ta yaşanan iç savaşın getirdiği meydan okumalarla boğuşan AK Parti Hükümeti'ni aynı anda hem "Osmanlıcı İslamcı romantizmle" hem de "ulus-devletin kazanımlarını" bile koruyamamakla eleştiriyorlar.
Halbuki Süleyman Şah Türbesi'nin nakli Türkiye'nin Suriye'de kendisinin istemediği savaşa sürüklenmesini önlemeye yönelik rasyonel ve iyi planlanmış bir operasyondur. Bu operasyonu, Suriye krizinin başından itibaren her aşamasında savaştan uzak duran ancak sürekli olarak da sahada olan Hükümet'in politikasını anlamadan "ideolojik dille" yorumlamak yanıltıcı olacaktır.
İçinden geçtiğimiz üç seçimin tamamlanması ile iç ve dış siyasetimizin rasyonel kararlarını "ideolojik" tartışmalara malzeme etmeden analiz edebileceğimiz bir ortamın gelmesini ümit ediyoruz.
[Sabah, 24 Şubat 2015]