Türkiye’nin Kürt meselesine dair iyimserliğinin altında, her zaman, Türkler ile Kürtler arasındaki toplumsal bütünleşme gerçeği yattı. Aynı coğrafyayı bin yıldır ortak değerler çerçevesinde paylaşmış Türklerle Kürtlerin, akrabalık, iş ortaklığı, komşuluk ve arkadaşlık bağlarıyla kenetlenmiş olmaları, Kürt sorununun eninde sonunda çözüleceğine dair bir teminat işlevi gördü.
Ancak maalesef bu sadece madalyonun bir yüzü. Toplumsal bütünleşmeye yönelik bu tozpembe tablo, siyasal meselelerde tamamen tersine dönüyor. Kürt sorununun varlığı, çözüm yöntemleri, hak talepleri, vb. siyasal konularda Türkler ile Kürtler ciddi bir şekilde ayrışıyorlar.
Geçtiğimiz günlerde SETA ve Pollmark imzalı “Türkiye’nin Kürt Sorunu Algısı” araştırmasındaki veriler, bu bu durumu çok net olarak ortaya koyuyor (Rapor için bkz., www.setav.org). Bu durum, ilk anda, Türkiye’de Kürt sorunun siyasal bir sorun olduğunu ve henüz toplumsal bir uyuşmazlığa dönüşmediğini gösteriyor.
Ancak maalesef, siyasetle toplumsal yapı birbirinden bağımsız işlemiyor. Doğu ve batıdaki Kürtlerin seçmen eğilimlerine ve siyasal temsil araçlarına bakıldığında, ortada bir siyasal gettolaşmanın olduğu, yadsınamayacak bir şekilde ortaya çıkıyor. Türkler ile Kürtler arasındaki ayrışmanın hem göstergesi, hem de tetikleyicisi olarak işlev gören bu gettolaşmayı, doğuda ve batıda Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerleşim alanlarında gözlemlemek mümkün.
Doğu ve Güneydoğudaki siyasal gettolaşmasının izleri, Kürt legal siyasal hareketinin HEP adı altında partileştiği 1990’ların başına kadar götürülebilir. Bu tarihten itibaren, Kürt sorununu siyasal alanda dillendirme misyonu taşıyan siyasal partiler, girdikleri her seçimde tabanlarını ve siyasal nüfuzlarını arttırdılar. Dönemin diğer siyasal partileri, RP-FP istisna olmak üzere, güvenlik perspektifine alternatif üretmemeleri ve gün geçtikçe güçlenen etnik söylemle rekabet edememeleri sonucunda bölgedeki etkilerini yitirdiler. Bu dönemde, DTP’nin nüfuzunu arttırması ve diğer partilerin de güçlerini yitirmesiyle, bölgenin siyasal dili Türkiye’nin siyasal dilinden ayrışmaya başladı. Nitekim bugün, Doğu ve Güneydoğudaki illerin çoğunda, DTP’nin nüfuz alanı, aldığı seçmen desteğinin çok üzerindedir. Öyle ya da böyle, bölge insanı ve siyaseti, siyasal meselelere dair tutum alışlarda büyük oranda, DTP’nin tercihlerinin etkisinde bir istikamette yol alıyor.
Kürt(çü) siyaset
DTP’nin, kendi seçmeninin siyasal kaygı ve taleplerini aşıp bütün Türkiye’ye hitap edecek bir söylemsel pratikten yoksun olduğu açık. Öte yandan, bütün Türkiye’ye hitap etme iddiasında olan MHP ve CHP de hem fiili hem de söylemsel düzeyde bu coğrafyada bir nüfuza sahip bulunmuyor. Dolayısıyla, bugünkü siyasal kompozisyona bakıldığında, farklı toplumsal talepleri siyasal alana tercüme etmesi gereken siyasal partiler nezdinde, Kürt coğrafyasının siyasal dili Türkiye’nin geri kalanından kopmuş vaziyette.AK Parti, Türkiye siyasetini Kürt coğrafyasının siyasetiyle sentezleyerek faaliyet gösteren tek siyasal partidir. Eğer Kürt siyaseti bugün, yüzde yüz farklı bir terminoloji üzerinden yol almıyorsa, bu başlı başına AK Parti’nin doldurduğu alanla ilişkilidir. Başka bir deyişle, Türkiye siyasetinin Kürt coğrafyasına taşınmasının oranı, AK Parti’nin bölgedeki gücüyle orantılıdır.
Durum bu olunca, yani Kürtlerin nüfusun ekseriyetini oluşturduğu bir coğrafyadaki siyasal dil, Türkiye’nin geri kalan coğrafyasındaki siyasal dilden ayrışınca, Türklerle Kürtlerin birbirlerine yönelik algıları da farklılaştı. Türkler, bu ayrı siyaset dilini Kürtlerin nihai kertede ayrı bir devlet kuracaklarının nişanesi olarak algıladı. Kürtler de, siyasal dillerinin Türkiye genelinden ayrıştığının ve bu ayrışmanın toplumun geri kalanı nezdinde nasıl bir algıya yol açacağının ayırdına varmayarak, ülke geneline küsüp yabancılaştılar. Nihayetinde, bugün Güneydoğudaki siyasal tablo ekseninde bakıldığında, Türklerde şüphe, Kürtlerde kırgınlık/sitem psikolojisi hakim durumdadır. Bu algı farklılığının derinliğini, SETA-Pollmark’ın yukarıda zikredilen araştırmasından izlemek mümkün.
Türk(çü) siyaset
Gettolaşmanın bir diğer yüzü, 1990’lardan itibaren, zorunlu göç, güvenlik kaygıları veya ekonomik nedenlerle göç ederek batı illerinde yaşayan Kürtlerle ilgilidir. Altyapısı yeterince hazırlanmadan, zorla yerinden edilen veya kendi isteğiyle göç eden nüfus, yeni yerleşim yerlerinde ekonomik, siyasal ve kültürel sorunlar yaşa(t)maya başladı. Yaşanan sıkıntılar dolayısıyla, Türkler ve Kürtler arasındaki bin yıllık kardeşlik olgusu, yavaş yavaş yerini gerilime bıraktı. Tarihte ilk defa, Kürtler olumsuz sıfatlarla Türklerin zihinlerinde yer almaya başladı. Kürt nüfus, yeni yerleşim yerlerinde sakınılması gereken bir asayiş unsuru olarak ele alındı. Kürtler de yerleşmek zorunda kaldıkları bu yerlerde maruz kaldıkları muameleyle ve Kürt sorununun siyasal terminolojiye aktarılmasıyla hızla etnik bir kimlik bilinci kazanmaya başladılar. Böylece, her iki toplumsal kesim arasında ayrışma riski arttı.Bu toplumsal eğilim, siyasal mecrada da kendisine yeni yollar buldu. CHP’nin ve özellikle de MHP’nin bütün bu yerleşim yerlerinde oylarını arttırmasının temel nedeni, bu toplumsal karşılaşmanın gerilim üretmesiyle milliyetçi duyguların radikalleşmesidir. Bu anlamda, MHP ve CHP’nin Güneydoğu’dan kopmasını sağlayan toplumsal süreçle, kıyı bölgelerine demir atmalarını sağlayan toplumsal süreç aynıdır. Yokluklarıyla Güneydoğu’yu siyasal gettolaşmaya sokan bu siyasal partiler, varlıklarıyla zıt bir gettolaşmayı kıyı bölgelerinde yerleştirmeye başladılar.
Bu çerçevede, hem DTP hem de MHP ve CHP, sıkıştıkları coğrafi ve siyasal alan itibariyle, siyasal anlamda Kürt nüfusunun Türkiye’ye entegrasyonunun önünde bir engele dönüşmüş durumdadırlar. Siyasetin üretildiği, siyasal dilin inşa edildiği kavram ve değerler ve hedeflenen seçmen profili düzeyinde, DTP, doğal Kürt coğrafyasının Türkiye genelinden kopmasını hızlandıran, MHP ve CHP de, batı Kürtlerinin topluma entegrasyonunu engelleyen ve yoğun karşılaşmanın yaşandığı yerleşim yerlerindeki Türk nüfusun Türkiye genelindeki siyasal kaygılardan kopmasını sağlayan bir enstrüman olarak bir işlev görüyorlar. Bu çerçevede, DTP’nin söylem ve eylemlerinde batı kamuoyunun, MHP ve CHP’nin de Kürt kamuoyunun hassasiyetlerini gözetmemesinin nedeni aynı siyasal mekanizmadır. Her üç parti de Türkler ve Kürtler arasında toplumsal ve siyasal entegrasyonun zayıflamasından ve Kürt-Türk nüfusunun gettolaşmasından eşit ölçülerde sorumludurlar. Türkiye’nin tamamından benzer oranlarda destek bulan AK Parti ise, bu entegrasyon ve gettolaşma geriliminin/dengesinin yükünü omuzlamak konusunda yalnız bırakılmış durumdadır.
Gettolaşma ve siyasal partiler
Özetlemek gerekirse, Kürt meselesini konuşurken, binyıldır beraber aynı coğrafyada kardeşçe yaşamış, tehlikeleri beraber karşılayıp, bertaraf etmiş bu iki topluluk arasında, son 20 yıldır bazı pürüzlerin yaşanmaya başlandığının farkında olmak gerekir. Bu farkındalığı, ayrışmayı tetikleyen bir unsur olarak değil, birleşmeyi tahkim etmenin gerekliliğini sağlayacak, varolan pürüzleri giderecek bir ön bilgi olarak akılda tutmakta yarar var. Aksi takdirde, yeni yeni belirmeye başlayan bu gerilimi gözardı ederek sürdürülecek birlik-beraberlik söylemleri, iki topluluğun birbirlerine yabancılaşmasını derinleştirebilir. Bu anlamda, öncelikle, Türklerle Kürtlerin siyasal temsil enstrümanlarında yaşanan ayrışmayı ve seçmen eğilimlerinde kendini ele veren gettolaşmayı ortadan kaldıracak yeni siyasal kanallar açmak gerekir. Zira, Kürt sorununun çözümü, Kürt siyasetinin Türkiye siyasetiyle entegre olmasından geçiyor. Siyasal dil ayrışması nasıl her iki topluluğu ayrıştırdıysa, ortak bir siyasal dil de aynı ölçüde birleştirici olabilir.Kürt meselesinin toplumu ayrıştırmak yerine bütünleştirmesi ve Kürtlerin siyasal temsili bağlamında yaşanan gettolaşmanın yok olması için, öncelikle, mevcut siyasal partilerin bölge partisi olmaktan kurtulmaları gerekir. Bu çerçevede, birlikteliği tekrar tahkim edecek ve her iki topluluğun birbirlerine yönelik önyargılarını giderecek en önemli enstrüman, ortak siyasal kanalların oluşturulması ve güçlendirilmesi olacaktır.
Açık Görüş - 13 Eylül 2009 Pazar.