12 Haziran seçimleri, önümüzdeki siyasal süreci derinden etkilemesi muhtemel birçok ilki gündeme taşıdı. Bu çerçevede, katılımın son zamanlardaki en yüksek orana ulaşması (%87), Meclis dışında kalan oyların minimum düzeyde oluşu (%4,54), küçük partilerin erimesi (%4,54), yüzde 10 seçim barajının fiilen anlamsız hale gelmesi, vs. sayılabilir. Ancak, muhtemelen, önümüzdeki siyasal süreç üzerinde etkili olacak en önemli gösterge, AK Parti'nin, iktidarının üçüncü döneminde, %50 oy almasıdır. AK Parti'nin bu başarısının siyasal anlamına ve etkilerine daha yakından bakmakta fayda var. Bu sonucun işaret ettiği en önemli gerçek, 1990'larda krize giren siyasal merkezin, nihayet, tamamen yeni bir form ve içerikle yeniden kurulmuş olmasıdır. Türkiye, soğuk savaş denkleminin ürünü olan ve soğuk savaşın bitmesinden bu yana can çekişen siyasal denklemi nihayet geride bırakmış, yeni bir siyasal denklemin kurulması için ciddi bir zemin yakalamıştır. Soğuk savaş siyasetinin en önemli aktörleri olan merkez sağ ve sol partilerin 1990'ların başında kimlik krizine girmesi, parçalanması, dönüşüm sancısı çekmesi ve erimesi süreci, 12 Haziran'la beraber nihayet tamamlanmış durumdadır.
Refah Partisi, MHP ve BDP'nin öncülü partilerin büyüme sürecinde anlamsız bir siyasal kategori haline gelen sağ-sol dikotomisi, bu seçimlerle beraber yeniden anlamlı bir siyasal analiz aracına dönüşmüştür. AK Parti şahsında merkez sağ, CHP şahsında merkez sol, eskisinden farklı kimlik bileşenleriyle yeniden inşa edilmiştir. AK Parti ve CHP bünyesindeki gelişmeler, sağ-sol denklemini yeniden işlevsel hale getirmiştir. Merkezin dönüşümünde, en önemli işlevi Refah Partisi yüklenmişti. Refah Partisi'nin siyasal yükselişi, merkez sağı zayıflatırken, CHP'yi de merkez sol kimliğinden koparmıştı. CHP, kimliğini, dönemin merkez sağ partileri olan DYP ve ANAP karşıtlığı yerine Refah Partisi karşıtlığı üzerinden inşa etmişti. Bu durum, merkez sağı destekleyen toplumsal kesimlerin dönüşümünü, toplumsal merkezin merkez sağ partiler yerine Refah Partisi etrafında yeniden toparlandığını gösteriyordu. Bu sürecin dönüşümü, AK Parti'nin Refah Partisinden farklı siyasal dinamiklerle kurulması ve 2002 seçimlerinde merkez sağ partilerin Meclis dışında kalmalarıyla yeni bir eşiğe ulaşmıştı. AK Parti'nin siyasal haritada merkez sağa ayrılan yere oturmasına rağmen, merkez sağ partilerin toplumsal karşılıklarının devam etmesi, dönüşüm sürecini uzatmıştı. 2007 seçimleri, merkez sağ partileri biraz daha eriterek AK Parti'yi merkezin sözcülüğüne taşımıştı. Bu dönemde sağ-sol denkleminin yeniden kurulmasını geciktiren dinamik, CHP'nin merkez sağın dönüşümünü hesaba katmadan AK Parti'yi Refah Partisi olarak görmeye devam etmesiydi. CHP'nin laiklik parantezine hasredilmiş söylemi, CHP'yi merkez-sol parti olmaktan alıkoyduğu ölçüde, AK Parti'nin dönüşümünü sürdürerek merkez sağ parti olmasını da geciktiriyordu. Seçimlerden bir yıl önce başlayan CHP'deki değişim, siyasal merkezin yeni bir denklem üzerinden yeniden kurulma sürecinin hızlanmasını sağladı. 12 Haziran seçimleri, eski merkez sağ partileri siyasal haritadan tamamen silerek, bu süreci tamamladı.
Merkez, AK Parti eliyle yeniden kuruluyor
Yeni merkez sağ parti, tartışmasız bir şekilde AK Parti'dir. Ancak, gerek AK Parti'nin kimlik bileşenleri, gerek almış olduğu %50 oy oranı, yeni bir merkez sağ formülasyonuyla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Merkez sağ partilerin bütün sağ kesimlerin çatı partisi olma özelliğini yitirdikleri, 1969 seçimlerinden bu yana, merkez sağ partiler %50 oy oranına ulaşamıyorlardı. MNP ve MHP ile temsil edilen muhafazakâr ve milliyetçi partilerin doğuşundan beri, merkez sağ partiler, kimlik partileri karşısında sürekli geriliyordu. Bu durumun 1970'lerden beri tek istisnası, siyasi partilerin yasaklı olduğu 1983 seçimleri oldu. Merkez sağ partilerle kimlik partilerinin doğal birleşmesi, uzun bir aradan sonra ilk defa 2002 seçimlerinde, AK Parti bünyesinde gerçekleşti. Ancak, o dönemde, ANAP ve DYP'nin toplumsal desteklerini sürdürüyor olmaları, bu birleşmenin tamamlanması için 2007 ve 2011 seçimlerini beklemeyi gerekli kıldı. 12 Haziran seçimlerindeki sayısal veriler, bu birleşmenin AK Parti bünyesinde gerçekleştiğini, 1969'daki parantezin kapandığını ifade ediyor. AK Parti, 1950'lerde Demokrat Parti'yi, 1960'larda Adalet Partisini, 1980'lerin ilk yarısında ANAP'ı destekleyen muhafazakârmilliyetçi toplumsal kesimlerin tek çatı partisi haline geldi. Yaklaşık yarım asırlık ayrılma tamamlandı, merkez yeniden kuruldu. Bu serüvenin temel durakları, merkez sağın çatı olma özelliğini yitirmesi (1970), Milli Görüş geleneği karşısında gerilemesi (1990) ve en sonunda AK Parti içinde erimesi (2011) oldu. Öte yandan, dönüşüm serüvenindeki temel duraklar, yeni merkezin siyasal dinamiklerini de ele veriyor. Bu dönüşüm, yarım asır boyunca, farklı adreslere hasredilen demokrasi ve kalkınma taleplerinin aynı adreste buluşmasıyla mümkün oldu. Eski merkez sağ kalkınmayı demokrasiye öncelediği, eski kimlik partileri ise demokrasiyi kalkınmaya önceledikleri için birleşme adresi olamamışlardı. Geride bıraktığımız süreç, kimlik partilerinin hizmet taleplerini karşılamak üzere kendilerini yeniden konumlamayarak merkezi fethetmelerine sahne oldu. AK Parti, toplumun kalkınma ve demokrasi taleplerine aynı anda karşılık verebildiği için, 1970'teki bölünmeyi sona erdirmiş ve yeni merkezin en güçlü aktörü olmuştur. Bu çerçevede, 12 Haziran seçimleri, "yeni Türkiye" imkânına en güçlü zemini teşkil edecek yeni bir toplumsal-siyasal merkezin kuruluşunu işaret etmektedir. Yeni merkezin dinamikleri, yeni Anayasa imkânının da, AK Parti'nin statükoculuğa savrulacağı endişelerinin de en güçlü panzehiridir.