Muhalefetin cumhurbaşkanlığı seçimine yönelik değerlendirmeleri seçimin tamamlandığını ve Erdoğan'ın seçimi kazandığını düşündürüyor.
Çünkü Erdoğan karşıtı muhalefetin tüm açıklamaları, Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı görevini nasıl yapması gerektiği üzerine odaklanıyor.
Erdoğan'ın "etkin bir cumhurbaşkanı" olarak, "icra" makamlarını "yönlendirici ve şekillendirici" bir minvalde görev yapacak olması, muhalefetin tüm enerjisini bu alana yoğunlaştırmasına neden oluyor. Bu tartışmaların Türkiye siyasetine olumlu katkısı ise, "yeni cumhurbaşkanlığı makamının," eskisinden çok farklı olacağına, geniş toplumsal kesimlerin "muhalefet eliyle" de hazırlanması.
Daha seçimlere bir ay gibi bir zaman olsa da şimdiden bu seçimin, Türkiye siyasal hayatına bazı kalıcı etkiler yapacağı netleşmiş durumda.
Bunlardan ilki, Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığına aday olması. Bu adaylık "yeni Türkiye" karşısında direnen yapıların "eski rejimi" restore etme çaba ve beklentilerini geri dönülemez şekilde kesintiye uğrattı.
Cumhuriyet mitingleri, 367 krizi, Gezi eylemleri gibi projelerin "üst dizaynı" ve ortak bileşeni "eski merkezi" restore etme girişimi ya da yeni siyaset tarzına dirençti. Ve hepsinin ortak özelliği bir siyaset mühendisliğinin ürünü olmasıydı. Bu cumhurbaşkanlığı seçimleri eski tip siyaset mühendisliğini rafa kaldırdı. "Çatı adaylığı" da, her ne kadar bir siyaset mühendisliği içerse de, en azından halkı dikkate alan ve halktan oy almaya dönük bir proje olması bakımından olumlu bir gelişme.
İkinci netleşen husus, Gezi eylemleri ile ortaya çıkan siyasal ve toplumsal "mirasın"
Türkiye'de siyaseten çok da bir karşılığının olmadığıdır. Çünkü Gezi eylemlerinin ardından yapılan analizlerde, Türkiye'de hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı belirtiliyordu.
Ve Türkiye'deki tüm aktörler, artık adım atarken Gezi'de ortaya çıkan toplumsal ve siyasal "başarı"yı dikkate almak zorundaydı. Çünkü onlara göre Gezi, "sadece Tayyip Erdoğan'ı değil yerleşik nizamın bütün aktörlerini sarsmıştı."
Ancak, Cumhurbaşkanlığı çatı adaylığında izlenen stratejinin mümkün olduğunca Erdoğan'ın inşa ettiği siyasal mirasa yaklaştırılma çabası göz önüne alındığında "Gezi ruhu"nun ve "beyaz isyan"ın sahipsiz kaldığı anlaşılıyor.
Üçüncü bir önemli husus, Türkiye'de din-devlet-toplum arasındaki tarihsel çatışma kodlarının ve laiklik algısının dönüşümünün büyük oranda tamamlanmasıdır. 2007 yılında, TBMM Başkanı olduğu dönemde Bülent Arınç'ın "sivil, dindar ve demokrat bir Cumhurbaşkanı" seçilmesi temennisi AK Parti'nin kapatılma davasında delil olarak kullanılmıştı. Bugün, CHP ve MHP'nin çatı adayı İhsanoğlu, seçim bildirgesini açıklarken, söze Besmele ve Fatiha suresinin Türkçe mealiyle başlıyor. Hatta konuşmalarında kendisinin özellikle dindar olduğunu öne çıkaran söylemleri ustaca kullanarak, "dindar bir cumhurbaşkanı" profiline uygun hareket etmekte. Erdoğan'ın adaylığının açıklanmasının ardından yaptığı konuşmada kullandığı cümleler, "dini siyasete alet etmek" suçlamasına yol açarken, İhsanoğlu'nun benzer bir konuşmayı yapması, Erdoğan'a yönelik eleştirilerin de önünü zorunlu olarak kesecektir.
Altı çizilmesi gereken dördüncü bir husus, Kürt siyasetinin en önemli aktörlerinden biri olan Selahattin Demirtaş'ın adaylığının anlamı. Bu adaylık bir taraftan, Kürt siyasetinin Türkiyelileşme çabasının bir sonucu iken, diğer taraftan Kürt meselesinde çözüm sürecinin geldiği noktayı göstermesi bakımından önemli. Türkiye'nin geleceği için Kürtlerin Cumhurbaşkanlığı makamına talip olması aynı zamanda Türkiye'nin demokratikleşme bağlamında kat ettiği yolu göstermekte ve birlikte yaşamanın kodlarını da inşa etmektedir.