Bir yıldır bölgemizi kavuran isyan dalgası beraberinde bol miktarda komplo teorisinin de üretilmesine yol açmış durumda. Komplo teorileri açısından oldukça zengin on yılı geride bırakmışken, milenyumun ikinci on yılına, üzerinde yıllarca spekülasyon yapılacak derin kırılmalarla girdik. 11 Eylül saldırıları komplocu yaklaşımlara belki de bugüne kadar sahip olmadıkları kadar çok malzeme vermişti. Mezkûr velut gelişmeyi, neo-con tepkinin, komplocuları bile işsiz bırakacak düzeydeki kaba komplosuyla, önce Afganistan'ı ardından da Irak'ı işgal etmesi izleyince "arkasında kim var?" suali analizlerin ana dibacesi haline geliverdi. Komplo yaklaşımları derinlikli ve çok boyutlu analizler için farklı tefekkür imkânları da sunmaktadır. Komplo irdelemesinin yaratıcı bir analize katkı sunan bir araç olmaktan çıktığı an "olanın olma ihtimalinin" yok sayıldığı noktada başlamaktadır. Olanın olduğuna "bir ihtimal düzeyinde" bile saygının gösterilmediği yaklaşım tarzı, ister istemez muayyen olanın değil öncelikle muhayyel olanın peşinden sürüklenmektedir. "ABD bölgeye yeni bir dizayn vermektedir", "Ortadoğu'da Batı ve İsrail yeni bir düzen kurmaktalar", "Türkiye bir tuzağın içerisine çekiliyor", "Türkiye Batı adına bazı roller üstlendi" şeklindeki cümleleri köşelerde okumak, TV'lerde duymak sıradanlaştı.
Son dönem yaygın komploculuğun iki ayağı göze çarpmaktadır. Birincisi, Ortadoğu'da yaşanan hareketlenmenin arkasında ABD ve Batı'nın olduğu iddiasıdır. İkincisi ise Türkiye'nin bir inisiyatifi olmadığı gibi Batı adına rol oynayan bir aktör olduğu değerlendirmesidir. Her iki komplonun ortak yanı ya da iddiası, bölgemizin ve ülkemizin yaşanan derin kırılmalar karşısında ciddiye alınabilecek bir iradesi olmadığı gibi sadece edilgen unsurlardan ibaret olduğumuzdur. Dolayısıyla bu bakışa göre, on milyonlarca insanı harekete geçiren, Türkiye'nin geleceğini şekillendirecek yakıcı kararlar almaya zorlayan bütün gelişmeler büyük güçlerin salahiyetindedir. Aşağıdaki sorular, bu bakış açısının temel öncüllerini test etmesi açısından işlev görebilir. Arap Baharı'nın sayısı belki de toplamda milyonu bulan istihbarat elemanlarıyla, bugünlerde iktidarını kaybetmiş veya kaybetmeye yakın olan bölgesel düzenin aktörlerince tahmin edilemediği ortamda nasıl oluyor da bir başka kozmik güç olanı biteni bilebiliyor? On yıllardır halklarla karşı karşıya gelmesini engelleyen, bölgesel politikalarını rahat bir şekilde hayata geçirmesini sağlayan Camp David düzeninin alt üst olması, nasıl oluyor da ABD'nin işine yarayabiliyor? Daha da önemlisi bölgemizde yaşanan gelişmelerin tutarlılık ölçüsü nasıl oluyor da salt "ABD'nin hesaplarına uygunluk testine" ram edilebiliyor? Diğer bir husus ise, Türkiye'ye dair yapılan analizlerin son dönem içine düştükleri açmazlar. Analizlerin genel kalitesi veya derinliğinde çok fazla değişen bir durum yok. Sadece konu başlıklarında ve aktörlerde gözle görünür bir farklılık var. "Eksen kayması analizcileri" Ortadoğu'da hakiki eksen kaymasını fark ettikleri anda Türkiye üzerinde yoğunlaşmaya başladılar. Dün Türkiye, Suriye sınırını vizesiz geçtiğinde "ekseninin doğuya kaydığı" gürültüsünü koparanlar; bugün Türkiye sınırı silahlı geçmeli korosunu oluşturmuş durumda. Bu koronun, ilginç bir şekilde en yakın müttefiki, Türkiye'de ve bölgemizde bir araya gelmesi zor aktörler ve eğilimlerden oluşan "Türkiye, Suriye'de tuzağa çekiliyor" korosu.
Öyle ki Türkiye'nin tuzağa çekildiğini düşünenlerin bu analizlerini yapmak için kullandıkları malzemenin neredeyse tamamı, Batı kaynaklı "Türkiye Suriye'ye müdahale yapsın" yaklaşımını kendisine kaynak gösteriyor. Başka bir deyişle, Batıdan veya başka başkentler üzerinden yapılan okumaların sonucunda Türkiye'nin pozisyonuna dair kanaatlerini oluşturuyorlar. Maalesef son bir iki haftadır geldiğimiz nokta, Batı'dan Türkiye'yi anlama düzeyinin de ötesine geçerek Baas rejiminin iddialarının bile Türkiye'nin açıklamaları karşısında tercih edilir olmasıdır. Yukarıdaki yaklaşımların teknolojisi komploculuk olsa da, felsefesi yerli bir oryantalizmin ürünü. Özünde, bu coğrafyaya ait olan öznelerin iradesiz olduğu önyargısıyla hareket etmekteler.
30-40 yıllık düzeni ve aktörlerini sahneden kovan iradeye odaklanmak yerine, eski düzenin batılı sahiplerine bakmaktan vazgeçemiyorlar. Bu, bölgemiz açısından yerli oryantalizme, ülkemiz açısından ise Kemalizm'e denk gelen bir ruh hali. Eski Türkiye'nin millet eliyle dönüştürüldüğüne bir türlü ikna olamayan bu yaklaşım tarzı, yıllarca değişimin kendisine, toplumsal dinamiklerine ve aktörlerine odaklanmak yerine, dönüşümün arkasında başka güçleri aradı durdu. Tatmin olacak şekilde bu "dış mihrakları bulamadıkça" milletten uzaklaşarak ürettiği komploya daha fazla inanır hale geldi. Sonuç olarak, Ortadoğu isyanlarına dair yaygın bilgi ve analiz kirliliğinin yaslandığı ana eksenin bir ayağı komploculuğa diğer ayağı ise yerli oryantalizme gömülmüş durumdadır. Bu iki dinamik üzerinden inşa edilen çözümlemelerin gelip dayandığı sonuç ise saplantı düzeyindeki "büyük biraderden" habersiz bir değişimin imkânsız olacağı sonucudur. Komplocu yerli oryantalizmin yaygınlaştırdığı siyasal teoloji, yerli ve bize ait bir iradenin de olamayacağını vaz edip durmaktadır. Mezkûr yenik ve kötümser akla en güzel cevabı, çoktan korku eşiğini aşarak canları pahasına sokaklardan çekilmeyen insanlar vermektedir. Bu çerçevede, bölgemizde yaşanan değişime dair farklı aktörlerin pozisyonlarını anlamanın, hesaplarını çözümlemeye çalışmanın birinci adımı "olanları" sıradan ve anlamsız bir detaya indirgemekten değil; aksine yaşananların basit ve beklenen sonuçlarını akıldan çıkarmamaktan geçmektedir. Öyle ki hakikatin ve olanın en ham halini ıskalamamak; gerçekliğin ve yaşananların doğruluğu kendinden menkul girift analizlerine ram olmaktan çok daha sağlamcı bir pozisyondur.