9 Nisan 2003'te, on yıl önce, Bağdat'ın Firdevs meydanında, yüzüne ABD bayrağı sarılmış olduğu halde Saddam Hüseyin'in heykeli ABD askerlerince yıkılırken, işgal sonrası beyhude bir umutla yeni Irak'ın lideri olacağı da kulağına fısıldanan Ahmet Çelebi'nin organize ettiği bir kalabalık sevinç çığlıkları atıyordu. ABD, yeni milenyumun ikinci işgalini hayata geçirirken post-11 Eylül dünyasında, neocon misyoner ruhla Ortadoğu'daki statükoyu uzunca bir süre değişmeyecek şekilde tahkim ettiğini düşünüyordu. Aradan geçen on yılın ardından, ABD işgalinin siyasi ve fiili parçası olan aktörler derin değişimler yaşadılar. Büyük ölçüde işgal ve oluşturacağı siyasi atmosferden kazanacağını düşünenler, kaybettiler.
ABD, 'Amerikan Yüzyılı' mottosuyla merhaba dediği 20. yüzyıla, Irak işgaliyle büyük ölçüde elveda demek durumda kaldı. 21. yüzyılın hemen başındaki en hararetli tartışma 'Post-Amerika'ya dönüşmüştü. 'Amerikan imparatorluğunun' uzun süre üzerinde taşıması mümkün olmayan ve reel politik pozisyonunu sert bir şekilde makasa alan neocon misyonerliği, hızla üzerinden atmak durumunda kaldı. Hem işgalin ortaya çıkardığı ekonomik fatura hem de küresel mali krizin hızla ekonomik krize dönüşmesiyle, neocon ekibin tasfiyesinin bile kurtarmaya yetmediği Cumhuriyetçi iktidar, yerini Demokrat yönetime bırakmak zorunda kaldı. Neocon dönemin yoğun misyoner diskuru yerini artık açıkça eleştiri konusu olan Amerikan pasifizmine bırakmış oldu. Bu duruma 'Asya eksen kayması' güvenlik stratejisi de eklenince, ABD'nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika denklemi, Irak işgali sırasında arzı endam eden söylemleri tamamen neshetmiş oldu.
IRAK'IN İŞGALİ VE ORTADOĞU
On yıl önce, iktidara henüz gelmiş olan, çiçeği burnunda AK Parti, kendisini Irak işgalinin ortasında bulmuştu. Bir taraftan eski Türkiye'nin olanca ağırlığı diğer yandan neoconların 'eski- Türkiye ile paslaşarak' oluşturduğu büyük bir baskı vardı. Eski Türkiye odakları o dönemde AK Parti tecrübesinin başlamadan bittiğini farz etmeye başlamışlardı. Hem Türkiye işgale ortak olarak 'Amerikalı dostlarını memnun edecek' hem de bu vesile ile AK Parti tartışması, içerden, 28 Şubat tarzı bir müdahaleye gerek kalmadan, işgalin oluşturacağı marifetle nihayete erecekti. Irak işgaline ortak olarak 'yerliliği şüpheli' hale gelmiş iktidar, sahneden doğal yollarla çekilmek zorunda kalacaktı. AK Parti başarılı bir mühendislikle süreci yönetti ve Türkiye işgal denkleminin tek istisnai aktörü oldu. Takip eden yıllarda, Irak, Türkiye'nin aktif dış politika hamlelerinin sıçrama tahtasına dönüşerek yeni-Türkiye'nin dış politika zemininin oluşmasına büyük bir katkı sağladı.
Irak'ın işgalini, yirmi yıllık siyasi sıkışmışlığını aşmak ve Saddam'dan kurtulmak için bir fırsat olarak gören İran, kısa vadeli yatırımlarının hızla geri dönmesinin avantajlarını bir süre yaşadı. Lakin, İran, işgalin ortaya çıkardığı maliyeti kendisi için kazanım olarak kodlamanın nasıl sorunlu bir siyasal makas oluşturduğunu ilerleyen yıllarda görecekti. İran, Irak üzerinden arzuladığı izolasyonu kırmak bir yana, Arap Baharı çarpanıyla birlikte, modern dönemde özellikle İslam devrimi sonrasında hiç olmadığı kadar bölgede yabancılaşan bir aktöre dönüştü.
Benzer şekilde, Irak işgali sırasında, neocon bazı fanatik isimlerin, Saddam'la beraber sahneden çıkarmak istedikleri Suriye Baas rejimi, Amerikan müdahalesinden, iktidarını büyük ölçüde Türkiye'nin açtığı alanı kullanarak korumuş olmasını, kısa vadeli bir kazanım olarak okuyarak