Şayet sorunsuz bir şekilde uygulama imkanı bulursa, anlaşmanın yakın bir gelecekte bölgesel ölçekte ortaya çıkaracağı jeopolitik implikasyonlar Ortadoğu’nun hali hazırda karşı karşıya olduğu “fetret düzenini” yeni bir aşamaya da sokabilir. Varılan anlaşmanın basit sonucu, nükleer sorunu taraflar açısından bir çatışma sebebi olmaktan çıkararak, İran’ı uluslararası sistemin en azından şimdilik normal bir aktörü olarak kabul edilmesini sağlamış olması.
OBAMA VE NORMALLEŞME
Daha makro ölçekte bakıldığında ise, nükleer anlaşmanın, Soğuk Savaş döneminde bölgesel dengeleri yeniden tahkim edecek ölçüde jeopolitik bir değişime neden olan Camp David düzenine benzer bir sonuç üretebilme ihtimali. Nitekim Obama da tam da böyle bir saikle hareket ederek İran’ı, anlaşma vasıtasıyla ‘güvenli bir alanda tutarak’ bölgede doğrudan bir askeri çatışmanın tarafı haline getirmeme stratejisi izlemişti. Anlaşmanın hemen ardından yaptığı açıklamada, “aksi bir durumun bölgede yeni bir savaş anlamına geleceğini” ifade etmesi tam da bu durumu teyid eder nitelikte. Üstelik, İsrail’in bütün ‘muzurluklarına’ ve içerdeki İran karşıtı cephenin bütün engelleyici çabalarına rağmen Obama’nın ısrarcı tavrı sonuç vermiş oldu. Böylece, Obama Amerikan dış politika kültürüne Küba ile birlikte İran ile normalleşmenin mimarı olarak önemli bir miras bırakmış oldu. Sonuç olarak Obama’nın hedefi, İran’ın nükleer silah yapacak seviyede uranyum zenginleştirmesine ket vurmaktı ve bunu şimdilik 10 yıllığına ertelemiş oldu.
İRAN DIŞ POLİTİKASI
Ne var ki anlaşmanın, İran’ın bölgesel ölçekte yürüttüğü mütecaviz dış politika için bir manevela rolü oynayıp oynamayacağı, iç siyasetini nasıl dönüştüreceği ve Tahran-Batı arasındaki ‘söylemsel antagonizmayı’, özellikle de ABD-İran ilişkilerini yumuşatıp yumuşatmayacağı halen zor bir soru olarak ortada duruyor. Zira anlaşmanın doğuracağı muhtemel sonuçların kime yarayacağı ve kimin kaybetmesine neden olacağını şimdiden kestirmek zor. Ancak ortada bir tür ideal ve mükemmel tasarlanmamış fakat karşılıklı olarak tarafların kazandığı bir durum söz konusu. Buna rağmen anlaşmanın, meseleye öyle ya da böyle dahil olan ikinci veya üçüncül taraflar açısından tam olarak tatmin edici sonuçlar üretmeyeceği de açık. Bu anlamda nükleer anlaşmaya karşılıklı olarak iki başkente verilen tepkilerle bölgesel ölçekte verilen tepkiler arasında ciddi bir paralellik söz konusu. Anlaşmanın bir “hata” ve stratejik bir kumar olduğunu vurgulayan kötümser bir İran-şüpheci cephe ile anlaşmaya büyük umutlar bağlayarak “Yeni İran” beklentisinin hakim olduğu iyimser bir cephe daha şimdiden ortaya çıkmış durumda. Özellikle şüpheci ve kızgın cephenin bundan sonra anlaşmanın uygulanmasına yönelik nasıl bir pozisyon alacağı son derece önemli hale geliyor.
Dolayısıyla, şimdilik bu anlaşmanın sadece bir başlangıç olduğunu söylemek ve izleme sürecinin doğası gereği ortaya çıkacak yol kazalarına da hazırlık olmakta fayda var. Bir bütün olarak, anlaşmanın hem şüpheci cephe hem de iyimser cephe açısından ciddi sonuçlar üretmesi için iç cephe ile bölgesel cephenin eş zamanlı bir biçimde dikkatle anlaşılması gerekiyor. Böylesi bir tespiti yapmak için anlaşmanın, sadece İran’ın nükleer programına yönelik olduğunu, dış politika alanının tümüme yönelik bir durum ise ortaya çıkarmadığını &o