Almanya’da 26 Eylül 2021 tarihinde gerçekleşecek federal seçimle 16 senelik Angela Merkel dönemi sona erecek. Merkel’in göreve başladığı 2005’ten beri inişli-çıkışlı bir seyrin yaşandığı Türk-Alman ilişkilerinin Merkel sonrası alacağı şekil şimdiden merak konusu.
Merkel dönemine dair bir değerlendirme yapmadan evvel, terör örgütleri PKK ve FETÖ’nün Almanya’daki faaliyetleri ile Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) katılım müzakerelerinin Türkiye-Almanya ilişkilerinde öne çıkan başlıca konular olduğunu belirtmek gerekiyor. Bu üç hususta iki devlet arasında son yıllarda sık sık gerilim yaşanıyor. Almanya’nın, kendi topraklarındaki FETÖ ve PKK faaliyetlerini engellemediği gibi bir de bu iki örgütün faaliyetlerine zaman zaman destek çıkan bir tavır sergilemesi Türkiye’yi ciddi anlamda rahatsız ediyor. Almanya, Türkiye’nin AB üyeliğine dair ise Avusturya ve Fransa kadar sert olmasa da üyelik karşıtı bir tavır sergiliyor.
Merkel döneminde Türkiye-Almanya ilişkilerinin bilançosu
2005’ten beri Almanya’nın Şansölyesi olarak görev yapan Merkel, önceki Başbakan Gerhard Schröder’in yerine geldiğinde, bu değişimin Türk-Alman ilişkilerinde olumsuz bir etki oluşturacağı öngörülmüştü. Zira Sosyal Demokrat Schröder döneminde Almanya, Türkiye’nin AB üyeliğine destek veriyordu. Merkel ise daha muhalefetteyken, Türkiye’nin AB üyeliğine açıkça karşı çıkıyordu. Bu minvalde Merkel göreve geldikten sonra Almanya’nın Türkiye ile ilişkilerinde, Türkiye’yi “imtiyazlı ortak” olarak gördüğünü ifade etmekten hiçbir zaman çekinmedi. Aslında bu meşhur ifadesiyle Merkel, Türkiye’nin AB üyeliğine destek vermediğini ortaya koyuyordu. Bunun bir yansıması olarak Merkel yönetimi, Türk vatandaşlarına yönelik vize serbestisi ve yeni müzakere fasıllarının açılması konularında yapıcı adımlar atmadı. Bunların yanı sıra kritik bir dönemeç olarak görülebilecek 15 Temmuz hain darbe girişiminde de Merkel önderliğindeki Alman hükümeti, Türkiye’nin yanında yer almadı ve FETÖ üyelerine sığınma hakkı vererek örgüte destek çıktı.PKK ve FETÖ’nün Almanya’daki yoğun faaliyetleri ve Alman devletinin bu faaliyetlere göz yumması ikili ilişkilerdeki başlıca sorunlar arasında yer almaya devam edecek. Dolayısıyla devletlerarası ilişkilerdeki süreklilik ilkesi itibarıyla, Merkel sonrası dönemde ikili ilişkilerde tertemiz bir sayfanın açılmasını beklemek gerçekçi görünmüyor.Merkel siyasi olarak Türkiye’ye karşı genel hatlarıyla olumsuz bir tavır sergilemiş olsa da ticari açıdan işbirliğinin artmasını destekledi. Örneğin, Almanya’nın “ticaret devleti” kimliğine uygun olarak Türkiye ile ticari ilişkilere önem verdi. Bu sayede 2005 yılında yaklaşık 23 milyar dolar olan Türkiye-Almanya arasındaki ticaret hacmi, 2019 sonunda yaklaşık 36 milyara yükseldi. Kovid-19 salgını nedeniyle 2020’de beklenen ilerlemenin sağlanamadığı ticari ilişkilerde gerekli adımların atılması ve özellikle Türkiye-AB arasındaki Gümrük Birliği’nin güncellenmesi durumunda ticaret hacminin kısa zamanda 50 milyar dolara yükselmesi bekleniyor.
Merkel sonrası hükümet senaryoları ve Türkiye ile ilişkiler
Almanya’da 26 Eylül’de gerçekleşecek federal seçimde hükümetin nasıl şekilleneceği henüz net değil. Anket sonuçlarına göre, seçimlerin en iddialı iki partisi olarak görülen Hristiyan Birlik (CDU/CSU) ve Yeşillerin oylarında dalgalanmalar yaşandığı için Almanya’nın yeni hükümetinin hangi partilerden oluşacağına dair kesin tespitte bulunulamıyor. Buna karşın Almanya’da hükümetler genelde koalisyonlardan müteşekkil olduğu için CDU/CSU’nun, Yeşiller’le koalisyon kuracağına dair güçlü bir beklenti var. Zira son anketlere bakıldığında yaklaşık yüzde 28’lik oy oranı ile CDU/CSU birinci sırada yer alırken, hemen ardından yaklaşık yüzde 19 ile Yeşillerin geldiği görülüyor. Toplamda oy oranları yüzde 50’ye yaklaştığı için hükümeti bu iki partinin kurması bekleniyor.Almanya’da hangi partinin ya da partilerin hükümete geleceği henüz belli olmadığı için Türkiye-Almanya ilişkileri için de somut bir gelecek projeksiyonu yapmak pek mümkün değil. Ancak mevcut beklentileri karşılar nitelikte birinci hükümet senaryosunda CDU/CSU ile Yeşiller arasında bir koalisyon hükümeti kurulması söz konusu. İkinci senaryoda ise Yeşillerin, yaklaşık yüzde 16 oy oranına sahip Sosyal Demokrat Parti (SPD) ve yaklaşık yüzde 13 oy oranına sahip Hür Demokrat Parti (FDP) ile çoklu koalisyon hükümeti kurması olası. Bu durumda Yeşillerin seçimdeki kilit parti olması bekleniyor.
Bu hükümet senaryoları dışında gündemde yer alan bazı zayıf alternatifler de bulunuyor. Birincisi, CDU/CSU’nun 2013’ten beri olduğu gibi SPD ile birlikte yeniden koalisyon kurması. Fakat bu koalisyonun kurulma olasılığı oldukça düşük. Zira SPD Eş Başkanı Saskia Esken, SPD’nin seçimlerden sonra CDU/CSU ile yeniden koalisyon kurmak istemediğini açıkladı. SPD’nin oy oranının CDU/CSU ile koalisyon kurduktan sonra düşmesi, bu durumun ardındaki temel sebep olarak görülüyor. İkinci alternatif senaryo, CDU/CSU’nun FDP ile bir koalisyon hükümeti kurması. Aslında her iki parti de bu koalisyona oldukça sıcak bakıyor. Ancak anket sonuçlarına göre FDP’nin, yüzde 13 civarında bir oy potansiyeli bulunuyor. Bu nedenle CDU/CSU ile bir araya gelse bile bu hükümet oluşturmak için yeterli olmayacak. Son olarak Yeşillerin, SPD ve Sol Parti ile koalisyon hükümeti kurması gündemde. Fakat bu senaryonun gerçekleşmesi iki nedenle mümkün değil: İlki, Sol Parti’nin oylarının yaklaşık yüzde 7 gibi oldukça düşük bir seviyede olması. Diğer sebep ise Sol Parti’nin radikal siyasi çizgisinden dolayı SPD ve Yeşillerin böylesi bir koalisyona pek hevesli olmaması.
Birinci senaryoda CDU/CSU ve Yeşiller arasında bir hükümet kurulduğunda, büyük ihtimalle CDU/CSU’nun adayı Armin Laschet başbakan olacaktır. 2017’den beri Kuzey Ren Vestfalya eyaletinin başbakanlığını yapan Laschet’in, bölgesindeki Türklere karşı olumlu bir bakış açısına sahip olduğu biliniyor. Bu nedenle Alman kamuoyunda sık sık “Türk Armin” olarak nitelendiriliyor. Laschet örneğin, eyaletteki okullarda verilen İslam dini dersi müfredatına Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’nin (DİTİB) katkı vermesini istedi. Laschet, bu hususta yoğun eleştirilere maruz kalmış olsa da kararından geri adım atmadı ve Türklerin sempatisini kazandı. Laschet’in ayrıca terör örgütü PKK’ya karşı da mesafeli davrandığı biliniyor. Katıldığı bir televizyon programında, PKK destekçisi Sol Partili Sevim Dağdelen’e PKK’nın bir terör örgütü olduğunu ve bundan dolayı desteklenmemesi gerektiğini söylemesi bunu doğrular nitelikte.
Buradan hareketle CDU/CSU’nun Laschet önderliğinde güçlü bir hükümet kurması durumunda, Türk-Alman ilişkilerine nispeten daha olumlu bir atmosfer hâkim olacaktır. Ancak açıkça Türkiye karşıtı bir tavır sergileyen Yeşiller lehine bir koalisyon kurulması halinde, bu beklentileri azaltmakta fayda var. Burada Yeşillerin önceki eş başkanı Türk kökenli Cem Özdemir’in, görev süresi boyunca Türkiye’ye pervasızca saldırmasını hatırlamak gerek. Dolayısıyla CDU/CSU ile Yeşiller arasında koalisyon hükümeti kurulması halinde Türkiye-Almanya ilişkilerini zorlu bir süreç bekliyor olacak.
Yukarıda değinilen güçlü senaryolardan Yeşiller-SPD-FDP koalisyonu ise Türkiye açısından tercih edilebilir bir durum değil. Zira bu senaryoda hükümeti kuracak Yeşiller ve FDP, mevcut durum itibarıyla terör örgütü PKK’ya karşı iltimaslı bir tavır sergiliyor. SPD ise bahsi geçen diğer iki partiye nazaran PKK’ya daha mesafeli bir tutum içerisinde. Dolayısıyla bu partilerden oluşacak bir koalisyon hükümeti, özellikle terörle mücadele hususunda Türkiye ile ilişkilerde sık sık sorun yaratacaktır.
Netice itibarıyla Merkel sonrası dönemde Türk-Alman ilişkileri kurulacak hükümete göre şekil alacak. PKK ve FETÖ’nün Almanya’daki yoğun faaliyetleri ve Alman devletinin bu faaliyetlere göz yumması ikili ilişkilerdeki başlıca sorunlar arasında yer almaya devam edecek. Dolayısıyla devletlerarası ilişkilerdeki süreklilik ilkesi itibarıyla, Merkel sonrası dönemde ikili ilişkilerde tertemiz bir sayfanın açılmasını beklemek gerçekçi görünmüyor.
[AA, 11 Ağustos 2021].