Kobani'de bir süredir IŞİD ile Kürt grupları arasında yaşanan yoğun çatışma iki açıdan çok önemli hale gelmiş durumda. Birincisi, IŞİD'in giderek bölgesel ölçekte "jeopolitik bir realiteye" dönüşmüş olması, ikincisi ise, bütün heterojenliğine rağmen yeni bir "Kürt jeopolitik kuşağının" ve "tahayyülünün" ortaya çıkmış olması.
Bu iki yeni değişken tezat süreçleri içinde barındırmasına rağmen karşılıklı olarak birbirini besleyen yeni dinamiklerin de kapısını aralamış gözüküyor. IŞİD devlet- dışı silahlı bir örgüt olarak en az iki ülkenin egemenlik ve sınır unsurlarını parçaladığı gibi uluslararası toplumun da Ortadoğu savaşlarında yeni bir "cephe" açmasına neden oldu. Bu durum hem etnik hem de mezhepsel fay hatlarını her zamankinden daha kırılgan yapılara dönüştürdü. Yeni Kürt jeopolitik tahayyülü tam da bu zemin üzerinde yeniden şekillenerek yükselmeye başladı.
Bu durumun gözlemlenebilir sonucu ise hem iç siyaset hem de bölgesel dengeler açısından Türkiye'ye yönelik giderek artan düzeyde daha "sert" bir baskı oluşturması. IŞİD'in Kürtlere yönelik saldırgan tutumu Kürtleri kademeli bir şekilde içinde yaşadıkları bilindik devlet sınırlarını aşan yeni bir Kürt millet ve jeopolitik aidiyetine yöneltmiş durumda.
Kobani etrafında inşa edilen bu "yenilik hali" sadece yerelde Kürtler arasında bir "ortak aidiyet" duygusunu göstermekle kalmadı aynı zamanda sosyal medyadan Avrupa'nın çeşitli başkentlerine kadar yeni bir "toplumsal mekânsallık" kurdu.
Bu tahayyül artık sadece Türkiye'deki Kürtler ya da Iraklı Kürtlerle sınırlı değil ve zaten var olan "Kürdistanlılık" tasavvurunun altını kalın bir biçimde çizme işine yarayan pratik bir süreci beraberinde getirdi.
Yeni Kürt jeopolitik tahayyülü dediğim şey de görünüşte parçalı ve heterojen olan Kürdistan tahayyülü üzerinden yeniden şekillenmeye başladı. Kobani bu noktada bu yeniliğin hem sembolik olarak hem de reel politikanın sahiciliği ve yakıcılığı bağlamında merkezinde yer alıyor. Diğer bir ifadeyle, Kobani Kürdistanlılık ve Kürt jeopolitik tahayyülü reflekslerinin "kristalize" olduğu en son örneklerden biri haline geldi.
Bu süreci önemli kılan husus, Kürdistanlılık ekseninde tahkim edilen bu yeni jeopolitik tahayyülün Kürtlerin bulunduğu farklı "ulus -devletlerin" gündeminin ötesinde bir alanda şekilleniyor olması. Bu sürece kuşkusuz bütün "güvenlik çekincelerine" rağmen en makul düzeyde cevap vermeye çalışan tek ülke ise Türkiye gözüküyor. Ne Irak ve İran ne de Suriye bu gündeme doğrudan bir cevap üretme potansiyeline sahip.
Türkiye'nin bu yeni tahayyülü kalıcı bir barış ve düzen kurmak için nasıl sürükleyeceği ya da taşıyacağı yukarıda da bahsettiğim iki nedenden ötürü oldukça sancılı olacağa benziyor. Hali hazırda bu sürece iki tür cevap üretildiğini görüyoruz. Bunlardan ilki "yeni Türkiye"nin kimlik tasavvurunun da bir göstergesi niteliğinde olan "Türkiyelilik" tahayyülü. İkincisi ise, Başbakan Davutoğlu'nun "Kürtlerin devleti var. Kürtlerin devleti Türkiye Cumhuriyeti'dir" ifadesinde kendisini bulan bir çeşit "tarihdaşlık" vurgusu etrafında yükselen söylem. Türkiyelilik coğrafi bir temele göndermede bulunmasına rağmen "Kürdistanlılık" hem coğrafi hem de doğrudan siyasi öznelliğe vurgu yaparak mekânsal bir direnç alanı şeklinde kullanılıyor. Bu durumun kuşkusuz önümüzdeki dönemde bir dizi farklı sonuçları olacak.
Bu nedenle Türkiye'nin Kobani ekseninde yeniden şekillenen Kürt jeopolitik tahayyülünü "parçalı" değil "bütünsel" bir mesele olarak ele alması gerekiyor. Bu, Türkiye'nin "açılım sürecini" yönetmesi ve inisiyatifi elinde tutması açısından son derece önemli.
[Sabah Perspektif, 25 Ekim 2014]