Referandum sonucuyla ilgili değerlendirmelerde daha çok MHP'nin başarısız olduğu tezi öne çıkarılsa da, Baykal sonrası dönemde oluşturulan iyimser hava düşünüldüğünde, CHP de başarısızlar listesinde yer almaktadır. HAYIR cephesinin liderliğini üstlenen CHP, arkasına aldığı AK Parti karşıtı koalisyonla beraber, referandumda AK Parti'nin yenilgiye uğratılacağına o kadar inanmıştı ki, çıkan sonuç MHP'den öte CHP'yi hayal kırıklığına uğrattı. Referandum, CHP açısından Kılıçdaroğlu'nun liderlik potansiyelini ölçme denemesiydi ve görülen o ki, Kılıçdaroğlu bu testten başarılı bir sonuç alamadı. Kılıçdaroğlu, CHP'ye oy verenlerin daha coşkulu oy vermelerini sağlamanın yanında, yeni arayışlara girmiş Alevileri CHP'ye geri çekti ve son dönemde aldığı darbelerle gardı düşmüş imtiyazlı kesimlerde yeni bir umut yarattı. Buna karşın, muhtemel bir CHP iktidarından kaygı duyan kesimleri birleştirerek, uzun süredir ertelenen milliyetçi-ülkücü- ulusalcı ayrışmasını tetikleyip, güçlü müttefiki MHP'yi zayıflattı. Kılıçdaroğlu bu referandum sonucuyla AK Parti'nin 2011 seçimlerindeki muhtemel galibiyetini tahkim etti. Kısacası Kılıçdaroğlu, getirdiği kadar götürdü, eklediği kadar çıkardı. Kılıçdaroğlu'nun kendisinden beklenen yüksek başarıyı gösterememesinin birçok toplumsal ve siyasal nedeni var. Ancak toplumsal algıdaki CHP imgesini değiştirememesi Kılıçdaroğlu hanesine yazılan en büyük eksi puan oldu. Bu çerçevede, Kılıçdaroğlu'nun referandumdan çıkaracağı birinci ders, CHP'nin "rejim muhafızı parti" algısını değiştirmeden kitlelere açılmasının mümkün olamayacağıdır.
CHP tarihiyle yüzleşmelidir Kılıçdaroğlu'nun karşı karşıya olduğu zorlukları fark etmek ve bu zorlukları aşmak üzere ne tür bir siyaset yürütmesi gerektiğini ortaya koymak için 1990'ların ortalarından itibaren, Türkiye siyasal hayatına hâkim olan dinamikleri hatırlamakta yarar var. Türkiye, 1990'ların ikinci yarısından itibaren, küresel düzlemde öne çıkan yeni siyasal değerlerle eşzamanlı olarak, bastırılan kimlik taleplerinin güçlenmesine ve siyasal merkezden pay istemesine tanık oluyor. O günden bu yana, siyasal merkez, bu mücadelenin yönelimiyle belirleniyor. 28 Şubat süreci, merkez-sağın çözülmesi, AK Parti'nin -referandumları da sayarsak- elde ettiği altıncı seçim zaferi, bütünüyle siyasetin bu yeni yüzüyle ilişkili. Bu yeni siyasetin kodlarına uyum sağlayamayan merkez-sağ miadını doldurdu. CHP, bu siyasal talepleri rejim için bir tehlike görüp karşısında durduğu için, coğrafi haritanın belli bir bölgesine sıkışarak %20'leri aşamadı. CHP, siyasetin kimyasının değişmeye başladığı bir dönemde, 1992'de yeniden açıldı. Dönemin en güçlü siyasal talepleri Kürt meselesi ve İslami hayatla ilişkiliydi. Bu siyasal hareketlerin, Cumhuriyetin kadim bölücülük ve irtica korkularını depreştirmesiyle, Baykal da ciddi bir siyasal dönüşüm geçirdi. Kimlik taleplerinin siyasal alana taşınması yolunda yürekli çıkışlar yapan sosyal demokratlar, Baykal'lı CHP ile tarihsel korkuların sözcülüğüne soyunan bir kampa dönüştü. Türkiye değişirken Baykal, değişimi makul bulduğu yöne kanalize etmenin siyasetini üretmek yerine, değişimi durdurmaya yönelik başarılması imkânsız bir siyaset güttü. Taleplerin bastırılamayacağını öngörüp makulleştirmektense, inkâr etmeyi tercih etti. Alternatif üretmek yerine toptan reddetmeyi seçti. Eski aktörlerle yeni aktörlerin amansız bir mücadeleye giriştiği dönemde, ürettiği siyasetle yeni düzenin yöneliminde etkili bir aktör olmak yerine, eski düzenin bekası için mevzi savunması yapan defansif bir siyaset güttü. Yerel ve küresel siyasetin dinamiklerinin değiştiği, Türkiye'de bu değişime ayak uyduran kadroların iktidarda olduğu bir dönemde CHP, her türlü talebi "rejim bekası" parantezinde ele alan bir siyaset sürdürdükçe, farklı toplumsal kesimlere açılmayı başaramayıp mevcut tabanını kemikleştirdi. Coğrafi, demografik ve kültürel olarak belli bir tabana sıkışan CHP, bu tabanın değişimine de, güncel siyasete ayak uydurmasına da engel oldu. Yürüttüğü siyasetle seçimlerde başarılı olamayan CHP, vesayet rejiminin aktörlerinden medet umdukça, CHP tabanı da parlamenter siyasetten, demokratik değerlerden uzaklaşarak, demokrasi-dışı yöntemlerden medet ummaya başladı. Böylece, Soğuk Savaş dönemi siyasal sistemin kodlarında ısrar edip, değişime direnen bürokratik kesimle işbirliği yapan CHP yönetimi, toplumun bir kesimini, değişimden, Batılı siyasal değerlerden, özgürlüklerden, demokratik standartların yükseltilmesinden, sivil siyasetin önünün açılmasından ürken bir psikolojiye mahkûm oldu.
Kılıçdaroğlu dönüştürebilir mi? CHP'nin yeniden açılmasından bu yana yürüttüğü siyasetin, ne ülkeye ne de tabanına başarı ve mutluluk getirmediği ortadadır. Bu (u)mutsuzluk dolayısıyladır ki, CHP'de yeni bir siyaset tarzının yapısal dinamikleri tezahür etmemişken bile, yalnızca Baykal'ın gidişi ve Kılıçdaroğlu'nun gelişi, CHP'ye gönül verenleri dalgalandırmaya yetti. Bugünden sonraki, esaslı soru, Kılıçdaroğlu'nun bu umudu realize edip edemeyeceğidir. Bugüne kadarki, siyasal performansına ve referandum sonuçlarına bakıldığında, Kılıçdaroğlu'nun kendisinden bekleneni henüz veremediği açıktır. Bunun en temel nedeni, Kılıçdaroğlu'nun Baykal dönemi siyasetiyle hesaplaşmaması, CHP'nin siyasal duruşuna ve toplumsal algısına esaslı bir müdahalede bulunmamasıdır. Kılıçdaroğlu, rejim bekası parantezinin dışına çıkarak sosyal politikaları merkeze aldığı söylemi, önerdiği anayasal değişiklikler, Öcalan'la görüşme, genel af ve başörtüsü ile ilgili cesur görüşleri dolayısıyla Baykal'dan farklı olarak, dinamik bir siyaset tarzının işaretlerini vermektedir. Ancak bütün bu değişiklikler, esaslı bir hesaplaşmanın sonucu olarak yapısal bir dönüşümün unsurları olarak gündeme gelmediği müddetçe, kısa vadeli siyasi taktiklerinden öte bir etki uyandıramamaktadır. Bu tür öneriler esaslı bir programa dayandırıldığında, CHP'deki değişimin önemli göstergeleri olabilecekken, günübirlik, ayak-üstü demeçlere dayandırılıp ertesi gün rafa kaldırıldığında, vakit kazanmaya ve seçmeni aldatmaya yönelik bir taktiğe dönüşmektedir. Referandum sonuçları, toplumun CHP tabanı dışındaki kesimlerinin Kılıçdaroğlu'nun değişim teşebbüslerini, henüz samimi bulmadığını ya da en azından yeterli bulmadığını göstermektedir.
CHP'nin yol ayrımı! Referandum sonuçları, Türkiye'de siyasetin doğasını değiştirecektir. Yeni düzenlemeler, yüksek yargının siyaseti frenlemeye yönelik faaliyetlerini zora soktuğu ölçüde, siyasal partiler, artık bürokratik mekanizmalardan devşiremedikleri iktidar alanı için halka yönelmek zorunda kalacaklardır. Bu değişiklikten en fazla etkilenecek parti, bugüne kadar, toplumsal taleplere çözüm aramak yerine vesayetçi rejimin aktörlerini memnun etmek üzere siyaset yapan CHP olacaktır. CHP, siyasal merkezdeki gücünü koruyabilmek için toplumsal destek arayışına yönelmek zorunda kalacaktır. Bugün Kılıçdaroğlu'nun ve CHP'nin önünde iki yol bulunmaktadır. CHP, ya "rejim muhafızlığını" sürdürmeye devam ederek tabanını da değişime direnen bir küskünlüğe mahkûm edecek; ya da değişim kervanına katılarak, ürettiği siyasetle yeni bir düzenin kuruluşunda müzakere masasında oturan etkili bir aktör haline gelecektir. Kılıçdaroğlu'nun yeni Anayasa için başlattığı inisiyatif ve daha demokratik bir Türkiye için AK Parti ile beraber çalışma yapmaya hazır olduğuna dair açıklamaları, referandum sonrası siyasetin kodlarını anladığına dair iyimser işaretler taşımaktadır. Zaten Kılıçdaroğlu, referandumla mümkün hale gelen yeni siyaset tarzını ve kendisini liderlik koltuğuna oturtan dinamikleri düşündüğünde, hangi seçenekten yana tercih kullanması gerektiğini bulmakta zorlanmayacaktır.