Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Kıbrıs Adası'na barış getirme amacıyla 1974'te kahraman Türk ordusu tarafından düzenlenen harekatın yıl dönümü münasebetiyle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ne (KKTC) önemli bir ziyarette bulundu. KKTC'nin önceki Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı döneminde zedelenen ikili ilişkileri yeniden güçlendirme noktasında önem arz eden bu ziyaret, Kıbrıs meselesinin çözümüne dair Türk tarafının (Türkiye ve KKTC) tavrını yeniden ve daha güçlü ortaya koyması bakımından da dikkat çekiciydi.
Olası yeni müzakerelerin başlaması için Türk tarafının halihazırda ön koşul olarak sunduğu iki egemen devletli çözümü değerlendirmeden evvel, 2017'ye kadar müzakerelere yön veren federasyon modelinin içeriğine kısaca değinmekte yarar var. Bu bağlamda federasyon, en az iki devletin kendi rızalarıyla bir araya gelerek oluşturdukları siyasi yönetim modeli olarak tarif edilebilir. Her biri kendi hukuksal kimliğine sahip olan federe devletler, anayasal düzen içerisinde federal devlet oluşturarak kendileri dışındaki devletlere karşı ortak hareket ederler. Bu modelin en yaygın örnekleri olaraksa Amerika Birleşik Devletleri ve İsviçre gösterilebilir. Kıbrıs özelinde de bugüne kadar yürütülen bütün müzakerelerde, yönetim biçimi olarak prensipte federasyon modeli kabul ediliyordu. Ancak Rumlar ve Rumların siyasi hamisi konumundaki Yunanistan, bugüne kadar federasyon modelinde ısrar edip alternatif modelleri tamamen gündem dışı bırakarak, Ada'yı tam manasıyla çözümsüzlüğe hapsetti. Kıbrıs'ta çözüme en çok yaklaşılan Annan Planı dahil olmak üzere federasyon odaklı yapılan bütün barış müzakereleri, Rum-Yunan ikilisinin bencil tavrı yüzünden başarısız oldu.
Yakın tarihe gelindiğinde, en son Crans-Montana'da çıkmaza giren nihai müzakerelerde de federasyon modeli benimsenmişti. 2015-2017 arasında devam eden müzakerelerde liderler arasında 70'den, müzakereciler arasında 150'den ve teknik uzmanlar arasında 360'tan fazla görüşme gerçekleşti. Buna rağmen Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), kurulması halinde yeni federal devletin başkanının sürekli Rum ve yardımcısının sürekli Türk olmasını şart olarak öne sürdü. Türk tarafı ise Rumların siyasi ihtiraslarının aksine daha adil bir yaklaşım ortaya koyarak, dönüşümlü başkanlık modelinde ısrar etti. Bu şartlar altında Birleşmiş Milletler (BM) gözetimindeki görüşmelerde başarı sağlanamadı ve Annan Planı'nın ardından Kıbrıs Adası'nda bir fırsat daha kaçmış oldu.
Nereden bakılırsa bakılsın, yarım asırdır denenen ancak bir sonuç vermeyen federasyon modeli, Kıbrıs Adası'ndaki siyasi ve toplumsal bölünmüşlüğe çare olabilecek özellikleri hiçbir şekilde taşımıyor. Bunun temelinde ise özellikle Türk tarafının Rumlara ve Yunanistan'a karşı duyduğu şüpheler bulunuyor. Burada Rumların, 1970'lerde Kıbrıslı Türk soydaşlarımıza uyguladığı mezalim nazara alındığında, Türk tarafının Rumlara kuşkuyla yaklaşması gayet normal bir durum. Aynı şekilde Rum siyasetinde Kıbrıs Adası'nın Yunanistan'a bağlayıp, burayı bir "Helen Adası" yaratma arzusunun varlığı göz ardı edilmemeli. Bunların yanında Rumların, olası yeni devlette neredeyse mutlak söz sahibi olma heveslerini ve Türkleri sanki bir azınlık gibi görmelerini de göz ardı etmemek gerekiyor. Rumların, olası yeni devlette dönüşümlü başkanlık sistemine karşı olması ve Kıbrıslı Türklerin siyasi temsilini kısıtlayan taleplerde bulunması, bu heveslerin ve irrasyonel bakış açısının en görünen yanını oluşturuyor.
Türk tarafının resmi olarak savunduğu iki devletli çözümün merkezinde ise taraflar arasında kalıcı bir ayrılığın yaşanması bulunuyor. Bunun için Ada'daki mevcut kuzey-güney eksenli coğrafi bölünmenin, taraflar arasında varılacak anlaşmayla uluslararası hukuken uygun olarak tescil edilmesi gerekiyor. Yani amiyane bir tabirle Türk tarafı, "Ada zaten fiilen bölünmüş durumda. Bundan sonra herkes, kendi devletinde kendi yoluna baksın ve diğerini tanısın." diyor. Bu sayede kuzeyde Kıbrıslı Türklerin ve güneyde Kıbrıslı Rumların, herhangi bir çatışma ortamına izin vermeksizin kendi müstakil devletlerinde, egemenliklerine devam etmeleri ve diğerinin haklarına riayet etmesi planlanıyor.
Öte yandan aktüel bir tartışmaya açıklık getirmek adına, Rumların bir süredir yürüttükleri dezenformasyon faaliyetlerinin aksine BM'nin, Kıbrıs meselesinin çözümü noktasında spesifik olarak federasyon modelinde ya da bir başka modelde ısrar etmediğini belirtmek gerekiyor. Zaten olası bir çözüm durumunda tamamen tarafların ortak iradesine bağlı olan bu konuyla ilgili kurumsal olarak BM'nin ya da bir başka örgütün dayatmada bulunması hukuken mümkün değil. Aynı şekilde GKRY'nin üyesi olduğu Avrupa Birliği, kurumsal olarak her ne kadar federasyon temelli Kıbrıs Cumhuriyeti'nden yana olsa da bu tavrını, Türk tarafına dayatabilecek güce ve konuma sahip değil. Bu arada Türkiye ve Yunanistan gibi Ada üzerinde garantörlük yetkisi bulunan İngiltere de Kıbrıs meselesinin çözümü noktasında, herhangi bir formül dayatmıyor ve tarafların mutabık kalacağı çözüm formülüne sadık kalacağını beyan ediyor. Netice itibariyle Kıbrıs meselesinin çözümüne dair Rumların yürüttüğü "herkes federasyon istiyor" yalanı, gerçekliklerle hiçbir şekilde bağdaşmıyor.
Toparlamak gerekirse Ada'daki siyasi gerçekliklerin gölgesinde Türk tarafı açısından, Kıbrıs Adası'ndaki yarım asırlık meselenin çözümü artık federasyondan değil, egemen eşitliğe dayalı iki müstakil devletin kabulünden geçiyor. Ancak olası yeni müzakerelerin başlangıcı için bir yanda GKRY ve Yunanistan federasyon modelini, diğer yanda Türk tarafı iki egemen devlet modelini şart koştuğu için Kıbrıs meselesinde yakın zamanda çözüm beklemek pek gerçekçi durmuyor.
[Sabah, 24 Temmuz 2021].