İnsanda derin bir iğrenme duygusu oluşturan ve gittikçe kısırlaşan kaset-özel hayat tartışmaları karşısında ahlaki bir yaklaşım sergilemek çok mu zor?Seçim öncesi MHP'yi ve genel anlamda bütün siyaseti alt üst eden kaset skandalları, bir siyasal mühendislik ürünü müdür, kaynağını nereden almaktadır, seçim sonuçlarına ne tür etkilerde bulunacaktır? Bütün bu sorular yeterince tartışıldığı için, skandala farklı bir açıdan, insanahlak ilişkisi bağlamında yaklaşmakta yarar var. Modern bireyin ve toplumun kâh zımnen, kâh aşikâre biçimde Tanrıya karşı konumlanması, beşerin ben- merkezli bir dünya kurmasına yol açtı. Farklı siyasal görüşlere, ideolojilere, hatta dinlere sahip olan kitleler, kendilerini bu insan merkezli dünyanın bir parçası saymakta sakınca görmüyorlar. Bireysel ve toplumsal olanın kutsandığı, varlık, bilgi, ahlak ve değerin bunlar üzerine kurgulandığı bir çağdayız.
Premodern dönemde Hümanizma ile başlayan, Aydınlanma ile devam eden ve sanayi, teknoloji, bilişim çağlarında hızla yükselen bu kutsama, etrafı evrensellik zırhıyla kaplı bir mahfuzluk ve dokunulmazlık da taşıyor. Artık Tanrıya bile dokunulan ama "insancılık" kaynaklı evrensel değerlere, kurallara ilişilemeyen bir iklim bu.
Toplumsal olan seküler etiği belirliyor
Kavramları ve ideolojileri, doğup büyüdükleri dünyaya ait saymayıp kendinize giydirmeye çalışınca, içine girdiğiniz kalıp da sizi esir alıyor. Sonrasında dini, hayatın dışına çıkarıyor, yozlaşmaya ve çürümeye karşı seküler etikle baş etmeye çalışıyorsunuz. Bireysel ve toplumsal olanın aktığı yöne doğru ilerlerken, karşınıza çıkan pratik sorunlar, Tanrı'yı yok sayan bir etik ve hukuk düzeni inşa etmeye zorluyor sizi. Bütün alt olgu ve birimleri kapsayan, zaman ve mekânın üzerinde bir değerler silsilesi oluşturma çabası ahlakı dışlarken, seküler bir etik anlayışı kurmayı amaçlıyor. Pratik olan sürekli bir değişime uğrarken, dünyevileşen ahlakın pragmatikleşmesi de kaçınılmaz oluyor. Hakkını vermek gerekir; modern kavram ve kuralların pragmatik niteliği, herhangi bir din, ideoloji, coğrafya ayırmadan insan zihninin işleyişini dönüştürmeyi başardı. Buna direnenler ise, hızla marjinalleştirilerek dünyanın kenarına itildi. Bir kısmı da, mesela Çin ve Hint, kendi kadim geleneklerinden koparak modern dünya sisteminin merkezinde konumlanmaya ve ontolojik parçalanma pahasına, bu başarının bir parçası olmaya çabalıyor. Toplumsal ve insani olanı reddetmeyen, bu açıdan pratik bir nitelik taşıyan; ama insana ve topluma, şirke varacak merkezi bir önem de atfetmeyen Müslümanlar bu parçalanmışlıktan nasibini aldı. Özellikle İslam coğrafyasının sömürgeleşmeye maruz kalan kısımları, varlık, bilgi, değer, ahlak, hukuk, siyaset ve toplumsal düzen inşasında, anılan sırayı değil, toplumsal olandan başlayarak tersine bir yol takip ediyor. Türkiye'de de bu parçalanmışlık hali her kritik süreçte kafa karışıklığı ve sosyo-politik gerilim olarak kendini gösteriyor.
"Milletvekilinin özel hayatı olmaz, kaseti olur"
Bugün, siyasetçilerin ortaya saçılan mahrem görüntülerini nasıl yorumlayacağız? Genel geçer bakış açıları bir süredir siyasal, pragmatik ve dünyevi bir çerçeve sunuyor. Birbirinin ayıbını örtme düsturunu unutan bireylerin oluşturduğu ailede, toplumda, siyasette, medyada etik bu yüzden ciddi bir sorun olarak ortada duruyor ve sahibini arıyor. Ya sınırsız özgürlük ya sansür arasında sıkışıp kalan kitle iletişim araçlarının hukuk ile ilişkisi bir türlü sağlıklı hale gelemiyor. Çünkü toplumsal ve pra(gma)tik olanın, yani iletişim teknolojilerinin dönüşüm hızına, onların peşinden akan bir hukuk sisteminin yetişmesi mümkün değil. O nedenle, bir insanın mahrem hayatı ifşa edildiğinde bir uçtakiler "Milletvekilinin özel hayatı olmaz", diğerleri de "Milletvekili, Genel Kurul çalışmalarını vs aksatmıyorsa sorun yok" diyor. İlki ne kadar hoyrat, acımasız ve ifratı temsil ediyorsa, ikincisi de o kadar nahif, seküler ve tefriti temsil ediyor. Birinde odalara kamera koyup bütün mahremiyetleri ifşa etmeye giden ve kaynağını bize ait değerlerden aldığını ihsas ettiren bir sahte yerlilik varsa, diğerinde de gayri ahlaki olana (mesela en başta eşini aldatmaya) kapı açan ve kaynağını modern değerlerden aldığını haykıran bir sahte evrensellik kendini gösteriyor. İnsanda derin bir iğrenme duygusu oluşturan ve gittikçe kısırlaşan kaset-özel hayat tartışmaları karşısında ahlaki bir yaklaşım sergilemek çok mu zor? Bu konuda, "Kişiye günah olarak her duyduğunu aktarması yeter" sözü bir çerçeve sunmuyorsa, hangi otokontrol mekanizması kalem veya klavyemizi yola getirebilir? Bu durumda, "Ne ekersen, onu biçersin" ve "Etme bulma dünyasıdır bu" gibi atasözleri bile ne kadar oportünist ve benmerkezci duruyor, değil mi? İşte bunlar, toplumsal pratikten doğan değerlerin masum aforizmalara dökülmüş halleri oluyor. Bir de Tanrı'ya karşı insanı merkeze koyanları düşünün! Hiç kimse kimsenin günahını yüklenmez, fakat günah paylaşılabilen ve toplumsallaştıkça geçici bir rahatlık sağlayabilen bir pratiktir. Parçalanmış hayatlar ve parçalanmış günahlar yine parçalanmış modern zihinlerde birbirini çoğaltırken, modern insan, elinde kayıt cihazlarıyla kendisini ve çevresini kasete alıyor. Bize de, iğrenme duygusuna kapılmamayı her nasılsa başararak, soğuk siyasal analizler ve kasetlerden hareketle pragmatik projeksiyonlar yapmak düşüyor.