Bir süredir ABD, İsrail ve Körfez’in ‘İran’ı sınırlandırmaya’ çalıştığı ön kabulü üzerinden yorumlar yapıyoruz. Şimdiye kadar Katar, Lübnan, Yemen, Suriye, Filistin ve Türkiye’ye karşı izledikleri politikanın satır aralarında ‘İran’ı sınırlandırma’ gayreti arıyorduk. Fakat geldiğimiz nokta mezkur ülkelerin ya bir İran’ı sınırlandırma politikası olmadığını ya da böyle bir niyetleri olmadığını gösteriyor.
Katar meselesinde normalde ittifaklarını güçlendirmeleri gerekirken Körfez İşbirliği Teşkilatı’nı bölmeyi tercih ettiler. Oysa İran’ı sınırlandırmak isteyen herhangi bir aktörün ilk yapması gereken, içeriyi tahkim etmektir. Yapay gerekçelerle başlatılan, ideolojik motivasyonlu Katar ablukası, Körfez’in saflarını gevşekleştirmesiyle İran’ın işine yaradı.
Lübnan’da da başarısız bir Hariri girişimi yaşandı. Amaç Hizbullah’la mücadelede yetersiz gördükleri Hariri’nin istifasıydı. Lübnan’daki Sünni siyasetin zayıflatılması pahasına bu adım atıldı. Fakat daha sonrasında yaşananlar herkesin malumu. Hariri’nin başarısız istifa girişimi, Hizbullah’ı söylem olarak güçlendirdi, Körfez’in Lübnan üzerindeki nüfuzuna gölge düşürdü. İyi düşünülmemiş, aceleye getirilmiş bir adımdı, bunun anlaşılması uzun sürmedi.
Suriye’de İran’ın hakimiyet alanını kısıtlayacak ve vekilleriyle mücadele edecek bir yapılanma mezkur devletler tarafından kurulamadı. Hatta İran’ın lojistik hattını kesecek olan Deyrizor’un rejim ve İran’ın eline geçmesine karşı herhangi bir strateji ortaya koyulamadı. Diğer taraftan ise sahada İran nüfuzuyla mücadele edebilecek aktörler yabancılaştırıldı. Destek kesildi. Suriye’deki etkisizlik en çok İran’ın işine yaradı.
Yemen’de İran etkisine karşı başlatılan savaş, İran’ın etkisinin daha da arttığı bir denklem ortaya çıkardı. Savaşın uzaması ve yıkımın artması, özellikle Birleşik Arap Emirlikleri’nin hedef saptırması, Yemen’de işleri İran’ın lehine çevirdi. BAE’nin Islah obsesyonu Suud’un başına birçok dert açtı.
Ve Türkiye’ye karşı BAE merkezli yürütülen operasyonlar da İran’ı sınırlandırma şeklinde bir projeden ziyade ideolojik bir kavganın ortaya koyulduğunu gösterdi. Zira Ortadoğu’daki güç dengelerinde herhangi bir aktörün yanında görmek isteyeceği ülke Türkiye’dir. Geleneksel aktörlerin gücünün eridiği bu dönemde ayakta kalan Türkiye olmuş, Türkiyesiz hesaplamalar kadük kalmıştır. Yani bölgede bir denge kurmaya çalışılıyorsa eğer, mezkur ülkelerin çalması gereken ilk kapı Türkiye’nin kapısıdır.
Şimdiye kadar ABD, İsrail, Suudi Arabistan, BAE’nin ortaya koyduğu performans, İran’ın etki alanını daha da genişletmeyi başarmıştır. Bu denklemde strateji eksikliği bariz bir şekilde ortaya çıkan Körfez’in şapkasını önüne koyup iyi düşünmesi gerek. Muhammed bin Selman’ın Ankara ziyareti bunun için iyi bir fırsat. Türkiye her konuda diyaloga açık, yeter ki bölgeye istikrar getirecek ve bölge insanının faydasına olan bir proje ortaya koyulsun.
[Akşam, 29 Aralık 2017].