Kadim dostlar ABD ve İran arasındaki küskünlük sona erdi. Şah döneminde ABD’nin arka bahçesi olan İran’la ABD arasındaki ilişkiler, 1979 Devrimi sonrasında ABD büyükelçiliği baskını ve rehine krizi sebebiyle bozulmuş; ardından yaşanan İran-Irak Savaşı’nda ABD’nin Irak’ı desteklemesi yaklaşık otuz beş sene devam edecek bir diplomatik kopukluğu da beraberinde getirmişti.
Altmış civarında ABD’li diplomatın 444 gün boyunca rehin tutulması, hem ABD hem de İran iç siyasetinde derin izler bıraktı. ABD’de Başkan Carter’ın 1980 seçimlerini kaybetmesi ve Reagan döneminin başlamasında rehine krizi büyük rol oynarken; ABD’nin bu süreçteki istihbari ve askeri operasyonlarını boşa çıkaran İran’da ise Humeyni ve avanesinin prestiji ile birlikte İran’ın caydırıcılığı arttı. Bu da doğal olarak ABD kamuoyunun ve siyaset yapıcılarının zihninde ve İran okumalarında derin travmalar yarattı. Çünkü rehine fiyaskosuyla ayyuka çıkan İran’ın kaybedilmesi hadisesi, İran’ı Ortadoğu’da bir üs olarak gören ve kullanan, İran üzerinden diğer bölge ülkelerin operasyonlar çeken ABD için kolay yutulur bir kayıp değildi.
Özellikle İran-Irak Savaşı yıllarında ilginç bir ilişkiden bahsetmeden geçmeyelim. ABD’nin Irak’ı desteklediği bu savaşta İran’a silah satan, ABD silahlarının İran’a yönlendirilmesinde büyük rol oynayan, eğiticileri İran’a gönderen ve hatta Irak’a hava saldırıları yapan ülke İsrail’di. Yani ABD Irak’ı desteklerken, ABD’nin en büyük müttefiki İsrail ise İran’ı desteklemekteydi. Zira İran İsrail için de özel bir ülkeydi. O günlerde Ortadoğu’da Arap olmayan ülkelerle ittifak yapma stratejisi yürüten İsrail için Irak daha büyük bir tehdit olarak görüldüğünden daha sonra eli kanlı düşman olacak fakat asabiyeleri birbirine çok benzeyen iki ülke İran ve İsrail’in dayanışması göz yaşartıcıydı.
Daha sonraki yıllarda ABD ve İsrail’le İran’ın araları gittikçe açılsa da ABD ile İran yakınlaşması sanılanın aksine Arap devrimleriyle birlikte değil daha öncesinde Irak işgaliyle birlikte başladı. Irak’ta önceleri birbiriyle çatışan aktörler iken sonraki yıllarda Baas güçlerine, direniş gruplarına ve El-Kaide gibi örgütlere karşı ortak hareket ettiler. Bu süreçte anti-Amerikanizm’in dibine vurmuş İran aparatı grupların ABD ile ortak operasyonlar yaptığını gördük. Ardından 2006’da Maliki’nin başbakan olması da ancak İran ve ABD’nin anlaşmasıyla mümkün olabilmişti. Irak’ın İran’ın işgalini derinleştirmesi ve İran güdümlü grupların insafına bırakılmasında da ABD’nin büyük suçu ve sorumluluğu vardır. Obama’nın özellikle ikinci dönemiyle birlikte ise ikili ilişkilerde bahar esintileri esmeye başladı. İran’da Ruhani’nin seçilmesinin akabinde Washington’da aktive olan İran lobisi Beyaz Saray nezdinde büyük karşılık bulurken, geleneksel ortakların (Suudi Arabistan ve İsrail) İran politikalarını belirlemesine izin verilmedi. İran lobisi ve Beyaz Saray’daki İran muhipleri Obama’ya sağdan yaklaşırken İran’ın ABD için diğerlerinden daha önemli stratejik bir varlık olduğu noktasında Obama’yı etkiledi. Levant’taki krizlerde ve DAİŞ konusunda İran’ın milis güçleri ve proksilerinden de istifade edebileceği fikrinden hareketle Obama, İran’la nükleer müzakereleri müspet olarak sonlandırıp otuz beş senelik kopukluğu gidermek için düğmeye bastı.
Nükleer meseledeki anlaşmaya ve ambargoların kaldırılmasına normal şartlar altında hiçbir akil aktör itiraz etmezken; bu yakınlaşmanın an itibariyle Ortadoğu’da özellikle Suriye’de katliam ve işgal yürüten İran’ı daha da cesaretlendireceği fikri endişelere sebep olmakta. ABD İran’la son anlaştığında Irak, İran’ın insafına terk edilmiş ve DAİŞ üretilmişti. Son yakınlaşma da Suriye’yi İran’ın insafına terk ederken DAİŞ sonrası hangi terör örgütünü bölge insanının başına bela olarak saracak?
[Akşam, 18 Ocak 2016]