Dün, Ortadoğu'nun geleceğini ilgilendiren iki önemli zirve gerçekleştirildi. Biri, Ortadoğu gündemiyle Varşova'da, diğeri ise Suriye gündemiyle Soçi'deydi. Varşova Zirvesi, İran karşıtı bloklaşmanın bir ürünü. Başı ABD, İsrail ve Körfez çekiyor. AB, zirveye sınırlı katılım sağlarken, Türkiye, Lübnan, Filistin ve Katar zirvede yer almıyor.
***
Peki, Varşova zirvesinin özü nedir? Araplar ile İsrail'i İran karşısında birleştirmek ve bedel olarak da Filistin'i "Yüzyılın Barışı" Anlaşması'nı kabul etmeye zorlamak. Ve son halka olarak Avrupa ülkelerini de bu Ortadoğu'yu dizayn hamlesine eklemek. Bence bu formül çalışmaz... Soçi'ye gelince, dün, Astana sürecinin dördüncü toplantısı yapıldı. Zirvede; İdlib, Anayasa Komitesi'nin kurulması, güvenli bölge, mültecilerin geri dönmesi ve insani yardım konuları tartışıldı. Astana sürecini üç lider, sabırla, adım adım ve kopma olmadan yürütüyor. Nitekim, Cumhurbaşkanı Erdoğan Soçi Zirvesi'nde Astana platformunun somut, olumlu gelişmelere imza attığına vurgu yaptı. Açıkçası Suriye'de farklı menfaatlere sahip bu üç ülkenin iki yıldır sahada uzlaşabiliyor olması büyük bir başarı. Elbette hala üzerinde tartışılan konular da var. İdlib'de HTŞ'nin güçlenmesi, Anayasa Komisyonu'na verilen isimler, Rusya'nın Esed ısrarı ve YPG'nin geleceği gibi başlıklar hala masada duruyor. Ancak Astana süreci, Cenevre'de bir çözüme ulaşılabilmesinin kilit noktasını oluşturuyor.***
Bölgede son yaşananlar ise Astana'da hayata geçirilen bu işbirliğinin devamını zorunlu kılıyor. Bilindiği gibi, Kaşıkçı cinayetinden sonra Suudi Arabistan- BAE ittifakı vites düşürmekzorunda kaldı. Varşova Zirvesi'ne ilgisizlik bu minvalde bir işaret olarak algılanabilir. Artık ABD'nin AB'yi İran karşıtı bloğa eklemesi oldukça zor görünüyor. Hatta AB, önceki gün Suudi Arabistan'ı terör finansmanı suçlamasıyla kara listesine ekledi. Trump ve ekibi Riyad'a destek vermeye devam etse de Kongre, her gün Muhammed bin Selman'ın cinayetteki payını masaya getirmeye devam ediyor. Bu konu gündemde kaldıkça Trump için de zor günler devam edecek. Kaşıkçı cinayetinden sonra, Körfez'deki ABD ve İsrail ittifakı ciddi bir fasit daireye girdi. Artık Muhammed bin Selman'ın Filistin'i "Yüzyılın Antlaşmasına" zorlama şansı oldukça düşük gözüküyor. Üstelik Suriye, Yemen ve Irak'ta sürekli değişen dengelerin de Körfez'in arzu ettiği istikamette olduğunu söylemek oldukça güç. Körfez, oyunda kalmak için savunma pozisyonunu seçmek zorunda kalacak.***
Varşova ve Soçi Zirveleri sadece "tarih" olarak buluşmuyor, Ortadoğu'nun geleceği açısından da iki rakip perspektifin belirginleşmesini temsil ediyor. Her ikisi için de Türkiye'nin konumu olukça belirleyici. Türkiye, Körfez İsrail hattındaki İran karşıtı bloğa eklemlenmeyince bir tehdit olarak görülmeye başlandı. Körfez, artık Türkiye'yi sınırlandırılması gereken bir ülke olarak konumlandırıyor. Üstelik, BAE, düzenli olarak Washington'da lobiler ve düşünce kuruluşları aracılığıyla Türkiye ve Erdoğan karşıtı girişimlerine hız veriyor. Zaten bölgedeki karşı devrimciler Türkiye demokrasisinin ve Erdoğan'ın halklar nezdindeki popülaritesini öteden beri bir tehdit olarak algılıyor. Bu gelişmeler bize şunu söylüyor: Varşova zirvesi bölge realitesine uymayan, baştan sakat olan bir projenin toplantısıydı. Soçi ise, bütün zorluklarına rağmen, sahada çatışmayı durduran bir işbirliğine karşılık geliyor.[Sabah, 15 Şubat 2019]
.