Halep’in düşmesinden sonra muhaliflerin kuzeydeki tek kalesine dönüşen İdlib, bir süredir kaçınılmaz kaderini bekliyor. Esed rejimi, İran ve Rusya, İdlib’i zamanı gelince müdahale edilecek bir tehdit olarak görmeye devam ediyor. Fakat rejim ve İran’ın önceliği doğuda Irak sınırında. Rusya bekliyor. ABD, Nusra Cephesi’nin baskın olduğu Heyet-i Tahrir-i Şam’ı (HTŞ) vurma hakkını saklı tutuyor; fakat önceliği Rakka’ya vermiş durumda.
Bu esnada İdlib, Suriye’nin dört bir tarafından kaçan veya çıkmak zorunda bırakılan muhalif asker ve sivilin sığınma mekanına dönüştü. Vilayette yaklaşık 2 milyon Suriyelinin yaşadığı tahmin ediliyor. HTŞ, Ahrar’uş-Şam, Feylak’uş-Şam, ÖSO gibi gruplar vilayeti eşit olmayan etki alanlarına bölmüşlerdi. Son haftalarda HTŞ ile sahadaki en kalabalık gruplardan olan Ahrar arasındaki çatışmalar tüm dengeleri değiştirdi. Ahrar’ı askeri olarak hezimete uğratan HTŞ, vilayetteki kritik noktaları ele geçirdi, Ahrar’ı bir kez daha böldü ve vilayeti mutlak kontrolü altına aldı. Elbette tüm vilayete hakim değil, İdlib’de HTŞ harici grupların da kontrol ettiği noktalar var. Fakat kendi kendini doğrulayan bir kehanet gibi HTŞ’nin artık İdlib’in reeldeki tek mutlak gücü olduğunu söyleyebiliriz.
HTŞ sadece Nusra’dan yani Şam’ın Fethi Cephesi’nden yani Suriye El-Kaidesi’nden oluşmuyor. İçerisinde irili ufaklı birçok grup barındırıyor. Fakat HTŞ içerisinde Nusra’nın borusu ötüyor. Nusra etrafına topladığı grupları, hatta şu günlerde kurmaya çalıştığı ‘sivil idareyi’ bile kendisine örtü olarak kullanıyor. Nusra’nın din adamları dini, siyasi, askeri yaşamı domine ediyor.
Nusra’nın DEAŞ’tan ince çizgilerle ayrılan sapkın (bknz. Ahrar’a karşı intihar saldırıları) ideolojisi ve sorunlu ontolojisi, başından beri olduğu gibi son günlerde de Suriye’yi başka bir felakete sürüklüyor. ‘Suriye Devriminin’ terör çerçevesine sokulmasına hizmet eden Nusra, son yıkıcı hamlesiyle Suriyeli muhalifleri en fazla da İdlib’e sıkışmış 2 milyon Suriyeliyi ateşe atıyor. Sahi El-Kaide’nin elinin değdiği ve harap olmayan bir İslam coğrafyası var mı?
Nusra tıpkı DEAŞ gibi kendi kendini doğrulayan bir kehanete dönüştü. Sayıları çok azken, ılımlı muhalefet ise sayıca çok ve milliyken ılımlı muhalefete kimse adamakıllı destek vermedi. Herkes bir avuç El-Kaideci yüzünden Suriye muhalefetini radikalizmle bağdaştırdı ve sahipsiz bıraktıkları Suriye’yi radikalizme teslim etti. Ilımlı muhalefetin desteklenmediği veya ılımlı muhalefet diye savaş tüccarlarının desteklendiği ortamda, global finans ağına sahip olan ve askeri açıdan deneyimli radikaller güç kazandı. Bu en başta Esed rejiminin işine geldi.
Türkiye’nin çatışmasızlık bölgesinin gözlemi için İdlib’e girmesi konuşuluyordu ama son gelişmelerden sonra durum daha da karmaşıklaştı. Artık Türkiye’nin İdlib’e girmesi, öncesinde bazı hamleler yapılmazsa, Nusra’yla sıcak çatışmaya girmesi demek. PKK’yla kıyaslandığında Nusra problemi Türkiye’nin öncelikli problemi değil; bununla birlikte İdlib’in selameti doğrudan Türkiye’yi etkileyeceğinden Türkiye aktif olmak ve ABD-Rusya bağlamı dışında kendi milli yaklaşımını ortaya koymak zorunda. Zira bu iki ülkeyle de gündemlerimiz farklı. İdlib’deki Nusra dominasyonu sürdükçe İdlib’in felaketi kaçınılmaz olacak. Bu sebepten kısa vadede çabalar, her geçen gün daha da zorlaşsa da, İdlib ve Kuzey Halep’teki muhalefeti toparlamak, HTŞ içerisindeki Nusra harici grupları zor tercihlerle karşı karşıya bırakmak, PKK’yla mücadele önceliğini koruyarak en başta Suriye’nin kuzeybatısını (İdlib dahil) terörden arındırılmış bölgeye çevirmek üzerine yoğunlaşmalı.
[Akşam, 14 Ağustos 2017].