Son iki gündür bu köşede orduda bir reform imkânı doğduğunu ve bunun acil bir ihtiyaç olduğunu fakat aynı zamanda böyle bir reform çabasının çeşitli zorlukları olabileceğini ele alıyorum. En öncelikli zorluk ise konuyla ilgili elimizde yeterli çalışma ve değerlendirme olmaması. Maalesef bu konuda hem askerlerimiz hem de sivil akademisyenlerimiz şimdiye kadar yeterli bilgi üretip biriktirmemiş. Bu nedenle acilen konu ile ilgili kapsamlı çalışmalar üretilmesi gerekecek. Devlet kendi adına çeşitli düzenleme adımları atıyor ve pratik sonuçlar almaya çalışıyor. Fakat bu konu hem teorik boyutlarıyla ele alınmalı hem de gündelik meselelerin ötesinde çözümlere kavuşturulmalı.
Bütün bunları söyleyen birinin kendi payına düşeni de alması gerekir.
Konuyla ilgili zaman zaman hem bu köşede hem de bağımsız çalışmalarda kendi fikrimi paylaşmaya gayret ediyorum. Mesele bir köşe yazısında özetlenemeyecek kadar kapsamlı olmasına rağmen kaba hatlarıyla burada da ele alınması gerekiyor.
15 Temmuz'a kadar hepimiz artık ordunun bir darbe girişimde bulunamayacağını düşünüyorduk.
Fakat bu olay bize tehdidin ortadan kalkmadığını açıkça gösterdi. Bu darbe girişimi olmasaydı orduya yönelik bir reform çabasında hepimizin aklına hemen dışarıda daha güçlü bir ordunun nasıl inşa edileceği meselesi gelirdi.
Fakat darbe teşebbüsünden sonra ordunun dışarıda güçlü olması fakat içeride o kadar da güçlü olmaması gerektiği fikri zihinlerimize kazındı.
Bu nedenle reform arayışının yapması gereken tam da bu iki noktaya odaklanmaktır.
Darbe geleneğine sahip bir orduyu darbe yapamayacak yapısal düzenlemelerle sınırlandırmamız gerek. Fakat aynı ordu ülkenin savunmasını sorunsuzca yerine getirebilecek bir kapasiteye kavuşmalı.
Bu iki hedefe birden kavuşmak öyle çok kolay değil. Dışarıda ülkeyi savunma görevini düzgün bir biçimde yerine getirmesi için ordunun uzmanlığa dayalı teknik alanda güçlenmesi gerekir.
Bu da ancak ona bir özgürlük alanı sağlamakla olur. Fakat bu özgürlük alanı çok genişlediğinde aynı ordu siyasetin özgürlük alanına müdahil oluyor. Bunun da önüne geçmek gerekecek.
Mesele sadece bu kadarla da sınırlı kalmıyor. Darbeyi önlemek için de benzer bir denge sistemi oluşturmak zorundasınız. Çok merkezi, hiyerarşik ve özgürlük alanı geniş bir ordu olursa, hiyerarşik darbe ihtimali artar. 12 Eylül ve 28 Şubat'ta olduğu gibi ordu emir komuta zinciri halinde siyasete müdahil olur. Doğrudan veya dolaylı darbeler gerçekleştirebilir. Bunun önüne geçmek için orduda tek sesliliği azaltmak ve hiyerarşiyi zayıflatmak çözüm olarak düşünülebilir. Fakat bu da başka bir yerden açık verir. O zaman da ordunun içinde fraksiyonlar doğar.
Bu fraksiyonlar 27 Mayıs, 9 Mart ve 15 Temmuz örneklerinde görüldüğü gibi hiyerarşiyi ihlal ederek dar bir grubun cunta darbesi yoluyla önce tüm orduyu sonra ülkeyi ele geçirmeye çalışabilir.
27 Mayıs'ta olduğu gibi başarılı olursa, ülkenin 50 yılına mal olur. Başarısız olursa, ülkeyi iç savaşa sürükleme ihtimalini beraberinde getirir.
İşte tam bu nedenle ordu içindeki çeşitli fraksiyonlara teslim olmayacak kadar merkezi olmalı fakat aynı zamanda siyaset üzerinde tahakküm kuramayacak kadar çeşitli. Böyle bir dengeyi inşa etmenin çok kolay olmadığı ortada. Fakat imkansız değil. Kuvvet yapısında yapılacak düzenlemelerle birbirini dengeleyebilecek birimler oluşturmak mümkün. Bu alanda atılacak ilk adım ordunun idari birimleri ile savaşçı birimleri arasındaki mesafeyi açmak, idari birimleri siyasi otoritenin yakın kontrolünde tutarken, savaşçı birimleri birbirini dengeleyecek şekilde kurgulamak ve inisiyatif alanlarını geniş tutmak olabilir. Tabii bu kadar değil.
Bunun çok daha fazla ayrıntısı var. Onu da şimdilik başka bir yazıya bırakalım.
[Takvim, 6 Temmuz 2017].