Türkiye siyasi tarihine aşina olanlar, Erdoğan’ın “siyaset boşluk kaldırmaz” sözünün ne anlama geldiğini gayet iyi bilirler. Geçiş dönemlerinin ne denli sancılı olduğunu, ara rejimlerin nasıl ağır bedeller üretebildiğini, ortaya çıkan belirsizliklerin ne tür yapısal krizlere dönüşebildiğini de.
Son bir haftalık süreçte yeni bir Cumhurbaşkanı, yeni bir başbakan, yeni bir parti genel başkanı ve yeni bir kabinemiz oldu. Bu hafta da yeni hükümet programı okunacak, Türkiye’nin 62. Hükümeti güvenoyu alarak yola çıkacak.
Bu geçiş süreci oldukça başarılı bir biçimde yönetildi. AK Parti’ye destek verenler kadar, onu eleştirenler de bu geçiş sürecini gıptayla izlediler. Cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, parti genel başkanlığı ve bakanlıkların devir teslim süreçlerinde verilen fotoğraflar aktör değil yapı, çıkar değil fikir temelli bir yönetim felsefesi ile karşı karşıya olduğumuzu gösterdi.
* * *
Süreçler tamamlandı ve gelinen noktada Yeni Türkiye’nin inşası gibi bir iddiayı dillendiren kararlı bir yönetimle karşı karşıyayız. Hiç kuşkusuz “Yeni Türkiye” bir tahayyül, bir iddia ve inşa halinde bir proje. Bir demokratikleşme, modernleşme ve barış projesi.
Bu projenin hayata geçebilmesi her şeyden önce siyaset düşmanlarının mağlup edilebilmesine bağlıydı. Bu, büyük oranda başarıldı. Büyük oranda diyorum zira “paralel yapının ortadan kaldırılması” ve “silahların kalıcı bir biçimde susturulması” önümüzdeki dönemin temel meselesi olmaya devam edecek. Ne var ki, önceki dönemlerden farklı olarak iktidar hiçbir şekilde bir meşruiyet sorunu yaşamayacak ve söylemsel üstünlüğü elinde tutarak bu mücadeleyi sürdürecek.
Yeni Türkiye projesinin en önemli adımlarından biri de demokratikleşme yönünde bir zihniyet dönüşümünün yaşanmasıydı. Bu bağlamda son 12 yılda çok ciddi mesafe katedildi. Pek çok tabu yıkıldı. Kürtlerin hakları, dindarların kamusal alanda karşı karşıya kaldığı sorunlar, azınlıkların durumları ve Cumhuriyet tarihinde devletin ortak olduğu diğer bütün suçlar üzerine geniş katılımlı tartışmalar yapıldı. Kamu otoritesi bu alanlarda çözüme çağrıldı. Bundan on yıl önce Taha Akyol gibi isimler özgürlükçülük adı altında “kamusal alanda hizmet alan kadınlar başını örtebilir, hizmet verenler örtemez” yaklaşımını gönül rahatlığıyla savunabiliyorken, bugün bu yaklaşımdaki faşist ton çok net bir biçimde geniş toplum kesimlerince fark edilebilir hale geldi.
* * *
AK Parti, kurulduğu günden bugüne hem toplumun yenilik çağrısına kulak verdi, hem de toplumun farklı kesimlerini dönüştürdü. Bir anlamda yeni Türkiye talebinin uzantısı olarak iktidara taşınan AK Parti, bu talebi temsil etmeye, bu uğurda vesayetle mücadeleye devam ederek iktidarını pekiştirdi.
AK Parti bugün bir inşa zarureti ile karşı karşıya. Yeni Türkiye’nin inşası, bir başka deyişle kurumsallaştırılması sürecinde somut çözüm teklifleriyle öne çıkmak zorunda. Toplumun, bu saatten sonra beklentisi daha da yükselmiş vaziyette.
Mücadele ve çözüm, güvenlik ve özgürlük, hesaplaşma ve helalleşme, AK Parti yönetiminin bir arada düşünmesi gereken süreçler olacak. Metodolojik dışlayıcılığa düşme, bu ikilemlerin bir cephesine yoğunlaşma gibi bir lüksü olmayacak. AK Parti, bundan böyle aciliyetler ve öncelikler perspektifiyle de hareket edemeyecek. Bir başka deyişle, “ona da sıra gelecek” mesajını topluma veremeyecek.
Bu nedenle kurucu bir dil ve aynı zamanda siyaset geliştirmek gibi zor bir süreçle karşı karşıya yeni AK Parti yönetimi. Söylemin gücüne her daim ihtiyaç olacak. Fakat söylemselliğin zemini zayıflayacak. Bunun en temel nedeni ise kutuplaşma siyasetinin alanının daralacak olması. Bunu bizatihi AK Parti talep edecek. Zira kutuplaşma siyasetinin alanının daralması, muhalefeti tam anlamıyla boşa çıkaracak ve AK Parti bu hamleyi yapmaktan geri durmayacak.
Buna mukabil AK Parti hesaplaşma ve mücadeleden de vazgeçmeyecek. Ve fakat kutuplaşma siyasetinin karşısına yerleştireceği helalleşme siyasetiyle yeni Türkiye’nin kurumsallaştırılması sürecini daha geniş bir toplumsal katılımla hayata geçirebilme imkânı yakalayacak.
[Akşam, 2 Eylül 2014]