SETA > Yorum |
Gülen Hareketi ve 17 Aralık Muhasebesi

Gülen Hareketi ve 17 Aralık Muhasebesi

Gülen Hareketinin radikal muhalefeti ve 17 Aralık süreci ile yükselen sert dini söylem, Türkiye'deki din-siyaset ilişkisi ve demokratik kültürün dönüşümü üzerinde önemli etkileri olacak yeni bir dönemin habercisidir.

30 Mart 2014 yerel seçimlerin gündeminin ana temaları yolsuzluk iddiaları ve paralel devlet olgusu. Bu temalar AK Parti ile Gülen hareketi arasındaki mücadeleden beslenmektedir. Bir yanda belli aralıklarla çoğunluğu ABD merkezli sitelerden servis edilen telefon dinleme tapeleri ile iktidar partisi yıpratılmaya çalışılırken diğer yanda Gülen Hareketinin devlet kurumlarındaki gizli yapılanması ile ilgili haberler medyada yer almaktadır. Bu harekete mensup insanların kapı-kapı yaptıkları dini içerikli propagandalar ve Başbakan Erdoğan’ın Fethullah Gülen’e yaptığı eleştiriler seçimlerin malzemesini oluşturmaktadır.

Gülen Hareketinin İslami hassasiyetlere sahip siyasetçilerle ayrışması hatta mücadele içinde olması yeni bir olgu değil. Bu hareket Milli Görüş partilerini üçüncü dünyacı ve İslamcı olmakla suçlamıştı. Batı karşıtı olmak ve dünya entegrasyonunu reddetmek diğer bir eleştiri konusuydu. 28 Şubat sürecinde ise Gülen Hareketi Milli Görüş eleştirisi üzerinden kendini Kemalist baskıcı uygulamalardan korumayı bildi. Hatta o dönemde yapılan açıklamalarla Refah Partisi’nin daha az maliyetli bir şekilde tasfiye edilmesinin ipuçları verildi. Ancak 28 Şubat sürecinin asıl aktörü askerler ve seküler kesimlerdi. Bugün ise dini söylemi ve iddiası olan aktörler ülkenin geleceğini belirleme de önemli bir pay ve iktidar sahibi konumunda. Dolayısıyla bu yeni ortamda Gülen Hareketinin AK Parti’ye yönelttiği radikal muhalefet, yepyeni bir mahiyet taşımaktadır. Radikal nitelemesini yapmamın sebebi Gülen Hareketinin AK Parti’ye muhalefetini bir ölüm-kalım meselesine dönüştürerek bütün imkanlarını seferber etmesidir. Elinizdeki yazı Gülen Hareketinin radikal muhalefetinin Türkiye siyasetine etkileri üzerine odaklanmaktadır. Yine, 17 Aralık süreci ile yükselen sert dini söylemlerin Türkiye’deki din-siyaset ilişkisi ve demokratik kültürün dönüşümü açısından ne anlama geldiği incelenerek bir tür muhasebe yapılmaya çalışılacaktır.

RADİKAL MUHALEFETİN ETKİLERİ

Gülen Hareketinin AK Parti iktidarına yönelttiği radikal muhalefet açısından mevcut yerel seçimlerin birçok yeni ve ilginç yönü bulunmaktadır. Kuşkusuz bu seçimlerin en sıradışı yanı dini bir grubun iktidar partisine muhalefetinin ilk defa bu ölçüde seçim gündemini ve siyaset malzemesini belirlemesidir. Muhalefet partileri kendi özgün stratejilerini üretememekte ve bu hareketin sağladığı siyasi malzemeyi kullanmaktadır. Reformcu olmayı uzun süredir AK Parti’ye kaybeden muhalefet partileri projeler ya da yerel yönetimlerin güçlendirilmesi üzerinden bir muhalefet üretememektedir. 17 Aralık sürecinin yarattığı istisnai ortamda seçimlere sadece yolsuzluk söylemi ile gitmek reaksiyoner bir siyaset olarak algılanmaktadır. Başbakan Erdoğan’ın şahsına yönelik bir darbe ile karşı karşıya olunduğu algısı kitleleri AK Parti etrafında kenetlemektedir.

İkinci olarak, iktidardaki partiye ilk defa toplumsal bir hareketin partileşmeden ancak çok yönlü imkanları ve mekanizmaları harekete geçirerek muhalefet etmesidir. Bu muhalefet, Hareketin yönettiği medya kuruluşlarından eğitim gruplarına ve devletin kritik kurumlarındaki yapılanmasına kadar geniş bir imkanlar setinden devşirilmektedir. Böylece ilk defa hem Meclis dışı olan hem de siyaset dışı olduğunu iddia eden bir hareket tarafından siyasal iktidar hedef alınmaktadır.

Gülen Hareketinin radikal muhalefetinin üçüncü yönü ise sert dini söylemin yükselişini ve yaygınlaşmasını tetiklemesi olmuştur. 17 Aralık süreci ile bir dizi dini kavram İslami hassasiyete sahip iki aktör arasındaki mücadelede seferber edilmiştir. Hatırlanacağı üzere 1990’lı yıllarda Milli Görüş partilerinin seslendirdiği İslamcı söylemler ya da talepler bile bu denli siyasi tartışmaları belirleyemedi. Ayrıca, Refah Partisi’nin İslamcı söylemleri (Adil Düzen gibi) alternatif bir siyasal gündemi ve düzeni oluşturmaya yönelikti. Mahiyeti itibariyle kurucu olma iddiasındaydı ve herkesin paylaştığı (hayır, hizmet, ahiretin önemi, doğruluk ve tevazu gibi) daha temel İslami inançları ve kavramları siyasallaştırmamıştı. Siyasal İslamcılığın devlete talip olan kavramlarını reddederek toplumsal-sivil alanda aşağıdan yukarı bir İslamlaşmayı istemek mümkündü. Dindar insanların güvenirliği ve samimiyeti bu ölçüde sorgulanmıyordu, en azından bu kadar yaygın bir şekilde. Yolsuzluk iddiaları siyasetin gündeminden hiçbir zaman eksik olmadıysa da dini bir grubun dinlemelerle insanların mahremiyetini işgal etmesinden dış mihraklar için casusluğa varacak suçlamalara muhatap olması yeni bir olgudur.

Kemalistlerin Türkiye’deki İslami hareketin bazı unsurlarını (Suudi Arabistan veya İran) dış kaynaklı olmakla suçladığı dönemler oldu. Ancak dini bir grup ilk defa kendi ülkesi aleyhine İsrail kaynaklı politikalar takip etmekle suçlanmaktadır. Hem de İslami hassasiyetlere sahip bir iktidar tarafından.

17 Aralık’ın dördüncü etkisi ise seçim meydanlarındaki tüm siyasi liderlerin propagandalarını ve konuşmalarını “dini söylemlerin” belirlemesidir. Kendisini laik siyasetin savunucu olarak gören CHP’nin siyasi dili de yeni bir teo-politik mahiyet kazanmaktadır. İktidarı haram yemekle eleştiren CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun partisinden belediye başkan adayları kampanyalarında daha da ileri gitmektedirler. Broşürlerle “AKP’nin Gerçek yüzü”nün gayrı-İslami olduğu iddia edilmektedir. Böylece CHP’nin AK Parti eleştirisi giderek Gülen Cemaatinin dini eleştirisi ile örtüşmektedir. Gerçek Müslüman’ın kim olduğu tartışması Türkiye’de hiçbir seçimde bu kadar propaganda malzemesi olmamıştı. Bu tartışma dini aktörlerin siyasal hayattaki yerini hem problematize ederek diyalojik bir kamusal tartışmayı sürdürmekte hem de keskin dini suçlamaları üretmektedir. Meydanların harareti ile yükselen sert dini söylemler kısa vadede Türkiye siyasetindeki mevcut kutuplaşmayı daha da derinleştirmektedir. Farklı ideolojik ve siyasal pozisyonlar kimlikçi söylemlerle beslenmekte ve katılaşmaktadır. Uzun vadede ise bu söylemlerin dini ya da seküler aktörler açısında bir öğrenme ve özeleştiri sürecini getireceğini beklemek mümkündür.

İNANDIRICILIĞIN KAYBI

Gülen Hareketinin AK Parti’ye karşı yürüttüğü radikal muhalefetin beşinci yönü ise bizzat kendisi ile ilgilidir. İslami bir grubun hem inanç yapısının hem de yansımalarının bu ölçüde kamusal alanda tartışılması da yeni bir olgu olarak tespit edilmelidir. Gülen Hareketinin dini liderliğinin tevazuunun altında İslam’a aykırı bir kibrin yattığının iddia edilmesi, sapkınlıkla suçlanması ve Mehdici yanına dikkat çekilmesi bu olguya örnek olarak verilebilir. Bir dini lider ilk defa bu ölçüde kızgınlığa ve nefrete muhatap olmaktadır. Öğretisi ve takipçilerinin yaptıkları ilk defa bu seviyede sorgulanmaktadır. Bu sorgulama İslami hareketin tamamında dini yorumların mahiyetine ilişkin bir muhasebeyi getirebilir. Ancak elbette kısa vadede bunu beklemek nafile bir çaba olur. Mevcut mücadelenin sıcaklığı geçtiğinde ise bu sorgulama kaçınılmaz. Hayır kuruluşlarının finansı, yolsuzlukla mücadele, güven hissinin kaybolması, adalet ve dini hizmete adanmışlığın mahiyeti problematize edilecek konular arasında. İslami hareket yakın zaman kadar hep dışa doğru eleştirildi. Seküler kesimin yaşam tarzına müdahale edecek olmakla, yani mahalle baskısı getirecek olmakla suçlandı. Bu defa ise İslami hassasiyetlere sahip aktörler iktidarda yozlaşmakla eleştirilmektedir, yani içe doğru çöküşle. 17 Aralık Sürecinde yaşananların İslami hareketin tabanında özellikle gençler arasında sinik ya da bireysel Sufi (inziva, siyasete ilgiyi kaybetme) tepkiler üretme ihtimali güçlü. Oluşabilecek yeni Selefi tepkiler ise Türkiye’deki İslami hareketteki Sufi kökenler yüzünden sınırlı etkilerde bulunacaktır. Türkiye’nin zengin dini ve seküler tecrübesinin metni zahiriyle anlayacak bu tür sert dini yorumları yumuşatacağını düşünenlerdenim.

17 Aralık süreci ile sert dini söylemlerin yükselmesinin en olumsuz yanı yeni Türkiye’nin ortak değerler (katılımcı demokrasi, hukuk devleti, anayasal vatandaşlık ve İslami taleplere saygılı laiklik) üzerine kurulması gereken dilini zehirlemesidir. Bundan daha önemlisi, mücadele eden aktörlerin kucaklayıcı ve demokratik söylemlere dönmeleri durumunda kitleler nezdinde inandırıcılığının kalmaması ihtimalidir. Sözgelimi Gülen Hareketinin devlet içindeki paralel yapılanmasına ilişkin olarak aklanmadığı bir durumda demokratik ve kapsayıcı yeni anayasa çağrısı yapması inandırıcı olmayacaktır.

DİNİ-SİYASİ SÖYLEM

Başbakan Erdoğan’ın seçim meydanlarında Gülen Hareketinin liderini hedef alması ve paralel yapının seçim sonrasında davalarla tasfiye edileceğini iddia etmesi Hareket tarafından çok katmanlı bir söylem dili ile karşılanmaktadır. Bu söylemin ilk katmanında AK Parti döneminde özgürlüklerin kısıtlandığı, 28 Şubat tipi bir yere gidildiği ve hatta otoriterleşmeye İslami bir kılıf geçirilmeye çalışıldığı argümanı yer almakta. Daha önceki demokratik ve uzlaşmacı diline rağmen 17 Aralık sürecindeki radikal muhalefet sebebiyle Hareketin bu argümanı sınırlı bir etkide bulunmaktadır. Kamuoyunda AK Parti’ye yöneltilen “sivil dikta ve otoriterlik” eleştirilerinin dini versiyonlarını üretmekten öteye geçmemektedir. Bu argümanın diğer İslami grupları da ikna etmesi çok zor görünmektedir. Gülen Hareketinin başlarda özerkliği, güçlenince de hegemonyası için diğer İslami gruplarla ayrışması bugünlerde telafi edilebilecek bir şey değil. Milli Güvenlik Kurulu’nun paralel yapı ile mücadeleyi iç tehdit olarak nitelediği bir dönemde Gülen Hareketi 1990’larda Refah Partisi’nin ve diğer İslami grupların kaderinden kendini ayrıştırması gibi bir olgu ile yüz yüze. AK Parti’ye karşı yürüttüğü radikal muhalefete destek verecek dini grup bulması mümkün görünmüyor. Nurcu grupların, Süleymancı ve Nakşilerin Gülen Hareketinin performansından duydukları rahatsızlık “size de paralel yapı muamelesi” yapılacak söylemi ile giderilebilecek boyutta değil.

Gülen Hareketinin söyleminin ikinci katmanında kendi medya organlarındaki AK Parti’ye yönelik radikal muhalefetin yolsuzlukla mücadele olarak sunulması ve dini bir dille (Hz. Ömer’e yapılan referanslarla) seslendirilmesi yer almakta. Bu argümanın hareketin kendi tabanı için dini bir haklılığı ve sıkıntılara katlanma duygusunu pekiştirdiği ortada. Yine yürütülen radikal muhalefetin kendi tabanında dine hizmet şeklinde algılanmasını da güçlendirmekte. Ancak bu söylemin diğer dini gruplara ne tür bir etkide bulunduğunu anlamak için yaşanan olayların sıcaklığını geçmesi gerekir.

Gülen Hareketinin savunmacı söyleminin üçüncü katmanında ise Türkiye’deki İslami hareketin Sünni kodlarından uzaklaşma ile eleştirilmesine verilen savunma yer almaktadır. Bu savunma Başbakan Erdoğan’ın sahih bir dini grup olmaktan ve Bediüzzaman’ın müspet siyasetinden uzaklaşmak yönündeki eleştirisine cevap mahiyetindedir. “Ululemre itaat etmenin idarecinin yanlışlarına da sessiz kalmak” olmadığını ve “emr-i bil ma’ruf ve nehy-i anil münker (iyiliği emredip, kötülüklerden sakındırmak)” görevinin herkese yani iktidara da yapılacağını hatırlatan bu yeni dil gittikçe Gülen Hareketinin siyasal İslamcı yorumlarını gün yüzüne çıkarmaktadır. Zira, AK Parti’ye yönelik radikal muhalefetin iyiliği emretmek ve kötülüklerden sakındırmakla meşrulaştırmak bu hareketin en başından itibaren yapmadığını söylediği şeyi İslam adına yaptığını göstermektedir: Siyasi muhalefet. Hem de en sert ve radikal formatta. Ne diyelim, siyaset ve iktidar arayışı dönüştürür.

[Star Açık Görüş, 22 Mart 2014]