Akdeniz ve Sahra bölgesinde oldukça agresif ve çoğu zaman uluslararası hukuka aykırı politikalar izleyen Fransa’nın son dönemde Libya üzerinden Türkiye ile yaşadığı gerginliği NATO ve AB’ye taşıyarak Ankara’yı sıkıştırmaya ve geri adım attırmaya çalıştığı biliniyor.
Macron’un yakın zamanda “beyin ölümü gerçekleşmiş” diye nitelendirdiği NATO’da istediği sonucu alamaması canını çok sıkmış görünüyor. 10 Haziran’da Libya açıklarında Fransız Fırkateyni Courbet’in, NATO misyonu “Sea Guardian” çerçevesinde görevini yaparken Türk savaş gemileri tarafından sıkıştırıldığı ve Türk gemilerinin “saldırıdan bir önceki aşama olan” radar aydınlatması yoluyla Fransız gemisini taciz ettiği iddiasıyla Paris NATO nezdinde şikâyette bulunmuştu.
Uluslararası medyaya sızan bilgiler, her iki tarafın sunduğu deliller ışığında yapılan incelemenin Paris’in istediği şekilde sonuçlanmayacağını ve Fransa’nın buna tepki olarak “Sea Guardian” misyonundan geçici olarak çekildiği yönünde.
Fransız Cumhurbaşkanı bu gelişmelerden sonra Sea Guardian misyonunu da “beyin ölümü gerçekleşmiş bir misyon” olarak tanımlar mı bilinmez ama Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu gelinen noktada, asılsız iddialarla Türkiye’ye zarar vermeye çalışan Fransa’dan özür beklediğini açıkladı.
Paris’in özür dilemeye niyeti yok.
Aksine, Libya’da kaybetmenin getirdiği hayal kırıklığı ve öfkeyle bu defa da Avrupa Birliği’ni Türkiye’ye karşı harekete geçirme peşine düşmüş durumda.
Doğrusunu söylemek gerekirse, Fransa’nın zaten uzun süre sorunlu ilişkilere sahip olduğu NATO’yu istediği yönde harekete geçirme konusunda etkisi yok ama AB içerisinde ciddi bir etkinliği olduğuna kuşku yok.
Ayrıca Türkiye, üyesi olduğu NATO kurumlarında kendisini savunma ve anlatma imkânına sahip ama AB’ye üye olmadığı için Brüksel ve Strazburg’daki AB kurumlarında böyle bir şansa sahip değil. Geçen yıllarda AB kurumlarında Türkiye aleyhine alınan sayısız haksız karar bunun örneği.
Avrupa Parlamentosu, AB Konseyi ve AB Komisyonu, Türkiye ile ilgili meselelerde maalesef objektif karar vermekten çok uzaklar. Türkiye’ye, AB’ye üyelik için katılım müzakereleri yürüten bir ülke gibi davranmak yerine, gerek GKRY gerekse Yunanistan ile ilgili sorunlarda hep Türkiye’nin karşısında pozisyon almayı tercih ettiler. Son dönemde, Doğu Akdeniz’deki sorunlarda Yunanistan ve GKRY’nin pozisyonlarına destek vererek Türkiye’ye karşı yaptırım kararları almaları bunu açık bir şekilde gösteriyor.
Fransa da bunu bildiği için, AB kurumlarını Türkiye’ye baskı unsuru olarak harekete geçirmeye çalışıyor. Ankara’ya Libya ve diğer Doğu Akdeniz sorunlarında geri adım atmaması durumunda yeni yaptırımlarla karşı karşıya kalacağını göstermek istiyor. Bu konuda AB içerisinde geniş kesimlerin desteğini alabileceğini de biliyor. Zira Avrupa’da gerek Türkiye karşıtı lobilerin propagandasından etkilenen gerekse Ankara’nın bağımsız dış politikasından rahatsız olan çevreler Türkiye’ye yönelik baskıyı artırmayı hedefleyen yeni adımlara destek vermeye hazırlar.
Bu noktada Almanya ve İtalya gibi ülkelerin tavrı hem Türkiye hem de Fransa açısından önemli olacak.
Libya konusunda, Paris’in desteklediği isyancı Hafter yerine Türkiye’nin desteklediği Trablus’taki Ulusal Mutabakat Hükûmeti’ne destek veren İtalya, Fransa’nın AB üzerinden Türkiye’yi sıkıştırma politikası karşısında nasıl bir tavır alacak?
AB’nin toparlanması konusunda Fransa’nın desteğine ihtiyaç duyan ama bu ülkenin Libya politikasının da yanlış olduğunu gören Almanya için Paris’in Ankara’ya karşı bu politikasına destek vermek ne kadar mümkün olacak?
Muhtemeldir ki, perşembe günü Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ile Turizm Bakanı Ersoy’un Berlin ziyaretleri Fransa’nın Türkiye karşıtlığının gölgesinde gerçekleşti.
[Türkiye, 4 Temmuz 2020].