‘Yeni Anayasa’ tartışmaları Türkiye’de yıllardır devam ediyor ancak bu tartışmaların son bir yılda ciddi olarak yoğunluğu artmış durumda. Anayasa ve yönetim sistemi tartışmalarında başı çeken aktör ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan. Bu yoğunlaşan tartışmalarda Erdoğan’ın aktör konumda olmasının birçok nedeni var. Tayyip Erdoğan, 1980 anayasasının kendisine tanıdığı geniş hukuki yetkilere ve halkın oylarıyla seçilmiş ilk cumhurbaşkanı olmanın getirdiği siyasi meşruiyete sahip olarak, ülkenin en başarılı siyasi figürüdür. Yani kurumların ve kuralların değil kişilerin etkisinin ve etkinliğinin arttığı kriz anlarında, sözgelimi bir hükümet krizinde, etkisi ve etkinliği kendi zirvesine ulaşacak, seçmenin en az yüzde 50’sinin sürekli desteğine sahip, oy vermekten maada insanların sevdiği ve benimsediği bir liderdir Erdoğan. Bunların yanı sıra hukuken üyesi kalması imkânsız hâle gelmişse de partisinin üzerindeki yol göstericiliği ve belirleyiciliği devam etmektedir.
Bu tespitlerin peş peşe sıralanmasının nedeni, ne muhatabının ne de müellifinin hoşnut olacağı bir Erdoğan övgüsü yapmak değil. Varılmak istenen nokta farklı: Erdoğan seçim kazanmak bir yana, siyaseti ve toplumu karizmatik liderliği ile dönüştürüyor. Bugün benimsenecek herhangi bir yönetim sisteminin kendisine sağlayacağı etkinlikten çok daha fazlasına bireysel özellikleri ve kurucusu olduğu parti sayesinde zaten sahip olan bir siyasetçi. Buna rağmen Türkiye’de Yeni Anayasa’yı ve sistem değişikliğini en fazla dillendiren aktör. Peki neden?
İÇ İÇE GEÇEN UMUTLAR
Çünkü Erdoğan Türkiye’nin dindar kitleleri için umudun adı oldu. İki yönlü bu umudun kalkınma boyutunda, ülkenin makûs talihini değiştirecek köprüler, yollar, tüneller, hastaneler inşa edecek, gelir ve refah düzeyini artıracak, uluslararası arenada sözü dinlenir bir hâle getirecek "güçlü Türkiye’yi" inşa etmek yer alıyordu. Adalet boyutunda ise ülkenin kodlarına işlemiş olan adaletsizliği bitirmek, dindarlara yönelmiş her türlü baskı ve kötü muameleyi sonlandırmak, başörtüsü yasağını kaldırmak, işyerinde namaz kılınmasını mümkün hâle getirmek, din eğitiminin önündeki engelleri bertaraf etmek, ordudan atılan dindar subaylara haklarını iade etmek gibi beklentiler yatıyordu.Okuduğu bir şiir yüzünden başarılı bir şekilde yürüttüğü belediye başkanlığı gasp edilen ve hapse atılan Erdoğan, milyonların nazarında bir hükümlü değil bir umuttu. Çünkü Erdoğan hizmet eden başarılı belediye başkanlarının olduğu ve bu belediye başkanlarının sadece dindar oldukları gerekçesiyle hapse atılmadığı bir Türkiye’nin umuduydu. Bugün Erdoğan’ın "Durmak yok yola devam", "İstikrar sürsün Türkiye büyüsün", "Güçlü Türkiye" "2023 hedefleri" ve "Yeni Türkiye" gibi kavramsal söylemleri siyaset arenasında kullanarak yaptığı, aslında iç içe geçmiş kalkınma ve adalet taleplerini her seferinde farklı formüller ile ifade etmektir. Köprü, otoyol, tünel, hastane yapmak, gelir seviyesini ve ücretleri artırmak, insanların gündelik hayatına temas eden iyileştirmeler olmanın yanında, "zulüm değil hizmet eden devlet" tanımına karşılık gelerek adalet taleplerini de karşılamaktadır.
Kalkınma ve adalet taleplerinin birbiri içine geçip bir umuda dönüşmesi gibi, Erdoğan imajının kendisi de benzer bir genişleme yaşamıştır. Erdoğan imajı öncelikle bu imajın yegâne taşıyıcısı olan halka temas edebilen ve halk tarafından sevilen siyasi aktöre karşılık gelmektedir. Ancak bu imaj siyasi serüveninin bir noktasında simgeleşmekte ve Erdoğan’ı destekleyen kitleler kendilerini bu imajla özdeşleştirmektedir. Çünkü tek parti döneminden, çokbilmiş elitler ve siyasetten el ayak çekmekten imtina eden askerler tarafından halkın iradesinin sindirilebildiği vakte kadar yaşanan haksızlıklar, gasplar, yok sayılmalar; toplum çoğunluğunun ortak kaderi olmuştur. Bu ortak kader, Ak Parti’nin iktidara gelmesiyle beraber, Erdoğan’ın şahsı üzerinden ifa olmuştur. Bu minvalde başarılı bir belediye başkanlığı yürütürken hapse atılan siyasetçi, dairesinin en beceriklisi ve çalışkanı olduğu hâlde gümüş yüzük taktığı/namaz kıldığı için terfi ettirilmeyen memur yahut bugün hâlâ diploması üzerinden muhalif yalan kampanyaları yürütülen cumhurbaşkanı; Kemalist hocası tarafından başörtülü olduğu için ayrımcılığa maruz bırakılıp, hak ettiği notu kırılan üniversite öğrencisiyle özdeşleşmektedir.
UMUDU KURUMSALLAŞTIRMAK
Bütün bunlar karşısında Erdoğan’ın iyi yaptığı; kendisine kitlelerin sevgi ve desteğini sağlayan şey ise ne bir strateji ne de bir siyasettir. Tamamen bir doğallıktır. Erdoğan kitlelerin sevgi ve desteğinden ‘doğan enerjiyi’ doğru yerlere kanalize ederken ustalıklı stratejiler uygulayıp, sonuç veren etkili siyasetler takip ediyor. Ancak bu enerjiyi elde etmek için Erdoğan, kendisi olmaktan yani kitlelerin kendisine bağladığı umudu, o kitlenin bir ferdi olarak kendisi de taşımaktan başka hiçbir şey yapmıyor. Tam da bu sahicilik sayesinde Erdoğan toplumu ve siyaseti yönetmenin ötesinde, toplumu ve siyaseti dönüştürecek bir etkinliğe sahip olabilirken; bazı meselelerde de kendisini destekleyen kitlelerin önünde, Paralel Yapı ve Milli Eğitim meselelerinde olduğu gibi özeleştiri yapabiliyor. Paralel Yapı meselesinde "yanıldık" ve Milli Eğitim meselesinde "diğer alanlardaki başarıyı henüz yakalayamadık" benzeri söylemleri, Erdoğan’ın yeri geldiğinde kitlelerle birlikte özeleştiri yapabildiğinin göstergesidir.Bu noktadan hareketle Erdoğan’ın kendisini destekleyen toplum kesimleri ile birlikte yürüdüğü yolun menzilini tespit etmek mümkün. Ve tabii baştaki soruya dönersek; Erdoğan neden Yeni Anayasa ve sistem değişikliği konusunu en çok gündeme getiren siyasi aktör? Erdoğan’ın Yeni Anayasa ve sistem değişikliği hedeflerine ulaşmak istemesinin nedeni, muhalifleri tarafından dile getirildiği gibi ve "endişeli" bir kısım AK Parti eliti tarafından da paylaşıldığı hâliyle kendi liderliğini ve "otorite"sini tesis etmek değil, bilakis kişisel liderliğine bağlanan umutları kurumsallaştırmak istemesidir.
"Kalkınmış ve adil Türkiye"yi Erdoğan’ın şahsında temsil edilmenin yanında, kurumsallaşmış bir umut hâline getirmek için kat edilmesi gereken uzun bir yol ve yapılması gereken çok iş var. Yeni Anayasa ve başkanlık sistemi, yapılacak onca işten sadece siyasi ve idari olanlarına karşılık gelmektedir. Bu uzun yolun sivil toplum ve eğitim kulvarında vakıf ve dernekler ile İmam Hatip liseleri yer almaktadır. Yine bu yolun bir gereği olarak bütün siyasi risklerine ve muhatabın tekinsizliğine rağmen bugün buzdolabına kaldırılmış olan çözüm süreci bir zamanlar uygulamadaydı. Beşten büyük olan dünyaya yapılan vurgu da adalet ve kalkınma umudunun kurumsallaşmasının bir başka boyutudur; mazlumların haklarını uluslararası arenada seslendirerek adaleti dillendirmekte ve bunun yanında Türkiye’yi daha güçlü bir uluslararası aktör olarak inşa etmektedir. Yakın zamana kadar Merkez Bankası ile yaşanan "faiz krizi" umudun kurumsallaşmasının ekonomideki yansımasıdır. Banisini zengin etmekten başka bir maslahat doğurmamış neo-liberal iktisadi ilkelerin derdimize derman olmayacağının ifade edilmesi, hem bir kalkınma perspektifini hem de faiz gibi bir kötülüğün karşısında adaleti içermektedir.
Tüm bu tavırların toplamı Yeni Türkiye’ye dair umutların kurumsallaşması anlamına gelmektir. Umudun kurumsallaşması bugün Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi liderliği ile aşılan sorunların yapısal olarak çözülmesi, ileride bu sorunları ortaya çıkartacak bir zeminin oluşmasını sağlayacak şartların ortadan kaldırılmasıdır. Bugün bu süreç tüm toplumun gözü önünde ve Erdoğan’la aynı yolda yürümeyen toplum kesimlerine de alan açacak şekilde ilerlemektedir.
[Star Açık Görüş, 12 Haziran 2016].