Dünya siyasetinin uzun vadede ana gündemi ABD ve Çin arasındaki rekabet olacak.
Başkan Trump'ın Kasım seçimlerini alması durumunda bir zamanlar ABD hegemonyası ile yürütülen liberal düzenin tabutuna son çivinin çakılması bekleniyor.
Trump, uluslararası kurumlardan çekilmenin yanı sıra ABD'nin "uzun süren savaşlarını" bitirme yönündeki yaklaşımında da ısrarcı.
Geçen cumartesi meşhur West Point'de mezuniyet töreninde mesajı netti: "uzak topraklarda, birçoğunun ismini bile duymadığı yerlerde çok eskiden beri devam eden anlaşmazlıkları çözmek Amerikan ordusunun görevi değil. Biz dünyanın polisi değiliz."
Bunun anlamı ABD'nin artık savaşmayacağı değil... Ortadoğu ve Kuzey Afrika gibi bölgelerdeki çatışmalara ağırlıklı diplomatik olarak müdahil olacak.
Ana hedefi olan Çin'in sınırlandırılmasına odaklanacak. AB, Rusya ve Hindistan gibi güçlerle ilişkilerini buna göre yönlendirecek Kasım seçimlerini Demokratlar kazansa da miadı dolan "liberal düzeni" yeniden tesis etmek çok zor.
Kaldı ki Çin ile angajman yoluyla rekabet edilemediğini artık Demokratlar da görüyor.
ABD ile Çin rekabetini yeni dünya düzenini/ düzensizliğini belirleyecek "büyük oyun" diye nitelendirebiliriz.
Yakın vadedeki güç rekabetinin sahnesi olarak ise Doğu Akdeniz öne çıkıyor. Doğu Akdeniz, ABD ve Çin haricindeki aktörleri birincil derecede etkileyecek bir jeopolitik mücadele alanı.
Rusya, Türkiye, Fransa, Almanya, İtalya, Yunanistan, Mısır, Cezayir, BAE ve Suudi Arabistan gibi ülkeler, çeşitli ölçeklerde olsa da bu rekabetin dışında kalmak istemiyorlar.
Bu sebeple son aylarda Libya iç savaşının değişen seyri dünya başkentlerinin yakın ilgisini çekiyor. Avrupa medyası Türkiye ve Rusya'nın Libya'da artan etkisinden rahatsız.
Ankara'nın Serrac Hükümetine Kasım 2019'da verdiği destekle ciddi kazanımlar ele geçirdiğinin farkındalar.
Serrac'ın aynı desteği daha önce defalarca Avrupa başkentlerinden istediğini de hatırlıyorlar. Hafter'e verdiği desteğe rağmen Paris ve Atina'nın kaybedenler tarafında olmasından mutsuzlar. Ankara'nın Hafter'in arkasında kurulan geniş ittifakı bu kadar kolay geriletmesi hiç kuşkusuz Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un da canını sıkıyor.
Macron'un Türkiye'ye yönelik "müdahale" eleştirileri bu çaresizliğin göstergesi. Libya'da inisiyatif alarak Türkiye, mülteciler meselesinden sonra bir de Libya ve Doğu Akdeniz yetki alanları bağlamında AB'yi müzakere masasına oturmaya zorlayacak bir aktörlük sergiliyor.
Ankara'nın Suriye'den Libya'ya uzanarak hem Doğu Akdeniz hem de Kuzey Afrika jeopolitiğini şekillendirmede öne geçmesi Avrupa'nın Türkiye ile yeni bir ilişki kurması gerektiğini de gösteriyor. Avrupa'nın bu yeni durumu kabullenmesi kolay olmayacak.
Yunanistan ve GKRY'nin AB'den çıkardığı/ çıkaracağı yaptırımların ciddi bir karşılığının olmayacağı ise açık.
"Yeni Osmanlıcı yayılma" şeklindeki propaganda kampanyalarının da Türkiye'yi sınırlandırıcı bir etkide bulunamayacağı aşikar.
Zira sorun Yunanistan'ın maksimalist talepleri. Türkiye, çıkarları ortaklaştırmaktan yana; oldu bittilere ise karşı.
Milli menfaatlerinin diplomasi koridorlarında geçiştirilemeyeceğini gerekirse sert güce başvuracağını son Libya angajmanı ve Doğu Akdeniz'deki sondaj gemilerine eşlik eden firkateynleri ile ilan ediyor.
Akdeniz'in uluslararası sularında 17 uçak ve 8 fırkateyn ile 2 bin kmlik rotada 8 saat süren açık deniz eğitimi yaparak sergiliyor "Hakkaniyetli bölüşüm" üzerinden barışı ve çözümü reddedenlerin, Ankara'nın Doğu Akdeniz'deki zorlu mücadeleden vaz geçmeyeceğini anlaması gerekli.
Ankara'nın yeni dünyada etkili aktörlerden olma kararlılığını Başkan Erdoğan'ın şu cümleleriyle hatırlatmakta fayda görüyorum: "Küresel sistemde Türkiye'nin çok iyi bir yere geleceğinin işaretlerini almaya başladık. İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş sonrası yapılan hataları tekrarlamayacak, bu defa önümüze gelen fırsatları değerlendireceğiz."
[Sabah, 16 Haziran 2020].