Değişim böyle böyle olur. Önce halktan talep gelir. Taban fokur fokur kaynamaya başlar. Rahatsızlığını çeşitli vesilelerle dile getirir. Sonra tabanın nabzını tutmasını bilen öncüler devreye girer. Tabanın sesini duyar, tabandan duyduklarını yüksek sesle dillendirir ve değişim ajandasını başlatır. Tabii tüm bunlar yaşanırken yerlerinden kıpırdamak istemeyenler de ortalığı birbirine katar. Kaldırabildikleri kadar toz kaldırmak isterler. Tozdan göz gözü görmez hale gelince, hem değişim iradesini hem de değişim aktörlerini devre dışı bırakmaya çalışırlar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın din adamlarına, Diyanet'e, ilahiyatçılara yaptığı son çağrıda da tam olarak böyle oldu. Türkiye'de din, devlet ve toplum ilişkilerinin FETÖ sonrası dönemde yeniden düzenlenmesi gerektiği hemen herkesin üzerinde ittifak ettiği bir durum. Ancak bu hassas alana girmek için biraz cesaret gerekiyor. Çünkü Türkiye'nin kötü hatıralarla dolu bir radikal laiklik geçmişi var. Devlet yıllarca dini grupları laiklik adına kontrol altında tutmaya, faaliyetlerini kısıtlamaya, dini alanı daraltmaya çalıştı. Bu mazinin ve kötü hatıraların üzerine bu alanda değişim talebini dillendirmek kolay bir iş değildi. Toplumun farklı katmanlarında denetimsiz ve şeffaf olmayan dini gruplardan rahatsız.
Rahatsızlık eskiden olduğu gibi dini alanı daraltmak, dindarları baskılamak talebinden kaynaklanmıyor. Aksine toplum daha nitelikli ve ehliyetli dini bilgi, hizmet, pratik, organizasyon ve teşkilatlanma talebinde.
Kerameti kendinden menkul hocaların kendi adetlerini, hayat tarzlarını, geleneklerini, tercihlerini ve beğenilerini dini hükümler olarak ifade etmesini istemiyor. Kadın erkek ilişkilerinden aile düzenine, ekonomiden gündelik hayata birçok alanda farklılaşan bir dindar kitle var bugün Türkiye'de. Haliyle bu farklılık birilerinin kişisel tercihleri ile sınırlandırılan dini hayata sığmıyor. Dini hayatın genişlemesi gerekiyor. Bunun da yolu Hazreti Peygamber döneminden beri belli; içtihad. Yani dinin aslında değil fakat uygulamasında, aslına bağlı kalarak güncelleme yapmak.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ne bir eksik ne bir fazla bunu dile getirdi.
Değişim talebinden rahatsız olanlar tozu dumana katmaya çalıştılar. Kimisi Erdoğan'dan reformist çıkarmaya çalıştı, kimisi de dini grupları 'sıra size geldi' diye gaza getirmek istedi.
Ama nafile...
Türkiye'nin dindar kitleleri Erdoğan'dan kendilerine bir zarar gelmeyeceğinden o kadar eminler ki!
BİRİ TOPLUMSAL KUTUPLAŞMAMI DEDİ
İzmir'de Karşıyaka-Konak vapurunda bir kadının AK Partililere ettiği hakaretlerin görüntüleri medyaya yansıdı. Maalesef CHP tarafından devamlı kışkırtılan sekülerlerin sık sık yaptıkları saldırılardan bir tanesi. Bu yönüyle bildik, alışıldık bir hadise.
Ama yine de insan sormadan edemiyor; yatıp kalkıp Türkiye'de toplumsal kutuplaşmanın artığını ve bunun nedeninin AK Parti politikaları olduğunu söyleyenler bu olay üzerine iki kelam ettiler mi? Tabii ki hayır.
Kimse bu saldırganlığı kınamadı, CHP'ye dönüp bunlar senin gerginlik politikaların nedeniyle oluyor demedi.
Zaten dertleri de toplumsal kutuplaşma filan değil. Toplumdaki normalleşmeyi kutuplaşma olarak sunuyorlar. İstiyorlar ki kutuplaşma diye diye muhafazakarları tekrar sindirelim, köşelerine çekilmeye zorlayalım, baskı kuralım.
Geçti o günler, geçti...
Çatlasanız da patlasanız da, kutuplaşma diye hazımsızlık yapsanız da Türkiye'de taşlar yerli yerine oturmaya devam ediyor.
CEVABI BELLİ SORU
Kılıçdaroğlu kendisinden izinsiz televizyona çıkan CHP'lileri kapı dışarı etmekle tehdit etmiş. Sonra da ülkeyi diktatörden kurtaracağım demiş. Kişilik bölünmesi dedikleri böyle bir şey mi acaba?
[Takvim, 12 Mart 2018]