AK Parti kuruluşundan kısa bir süre sonra tek başına iktidar oldu ve 7 Haziran-1 Kasım seçimleri arasındaki geçiş sürecini saymazsak bugüne kadar iktidarını devam ettirdi. Tek başına iktidarda kalma süresi başlı başına bir rekorken, AK Parti bu süre zarfında gerçekleştirdikleriyle, karşı karşı kaldığı meydan okumalarla, krizleri aşma becerisiyle ve hayata geçirdiği reformlarla Türk siyasetine kelimenin tam anlamı ile damga vurdu.
Her yönüyle sıradışı, ilklerle ve atılımlarla dolu bir 16 yıl yaşandı.
AK Parti 16. kuruluş yıldönümünü kutladığı bu günlerde bir yandan da hummalı bir şekilde 2019 hazırlıklarına devam ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın metal yorgunluğu olarak formüle ettiği ve kamuoyuyla da paylaştığı bir dizi rahatsızlık var. 2019'a giderken genel başkan olan Erdoğan'ın gündeme getirdiği meselelerin daha detaylı bir şekilde partinin yetkili organlarında ve mahalle teşkilatından genel merkeze kadar her kademe konuşulduğunu tahmin etmek güç değil.
Erdoğan'ın partisiyle ilgili kamuoyuyla paylaştığı eleştirileri de AK Parti döneminde yaşanan ilklerin arasına dâhil etmek mümkün. Türk siyasetinde ilk defa bir lider ve bir parti bu denli açık ve sahici sorgulamayı hem de kamuoyunun gözü önünde başlatıyor. Ulusal ve uluslararası boyutta devam eden karşıt kampanyalar baskıcı, eleştiriye tahammülü olmayan, ortak akla kapalı bir Erdoğan portresi çiziyor, hatta kantarın topuzunu hepten kaçıranlar Erdoğan'a diktatörlük veya otoriterlik iftirasında bulunuyorlar. Bir tarafta maksatlı medya kampanyaları ile çizilmeye çalışılan böyle bir imaj var. Ancak öbür tarafta şeffaf ve sahici bir şekilde sorgulama ve tartışma sürecini başlatan bir liderlik pratiği ile karşı karşıyayız. Erdoğan 2019 gibi 3 tane seçimin yaşanacağı kritik bir sürece hazırlanırken "eleştiri bizi zayıflatır" demek yerine "bu meseleleri halletmeden başarılı olmamız mümkün değil" diye düşünerek kamusal bir hesaplaşma süreci başlatıyor.
Üstelik bu sadece son döneme mahsus bir tutum da değil. Daha önce gerek milli eğitim ve kültür-sanat politikalarıyla ilgili gerekse FETÖ'yle ilgili Erdoğan bu türden hesaplaşmalar yapmıştı. Kendisinin ve partisinin bu süreçlerdeki performansı hakkındaki düşüncelerini kamuoyu ile paylaşmış ve seçmeninden helallik istemişti.
Hesaplaşma ve değerlendirme sürecini bu derece kamusal ve sahici bir şekilde devam ettirmesine rağmen Erdoğan'a yapılan yakışıksız ithamların nedeni aslında tam olarak burada yatıyor. Erdoğan hesaplaşmayı zihnimize bir dogma gibi dayatılan batıcı-aydınlanmacı-liberal kodlarla değil çok daha geleneksel, yerli-milli ve muhafazakâr bir arka planla yapıyor.
Seküler ve batıcı bir tonda "özeleştiri verip" ve/veya "günah çıkartıp" sorumluluktan kurtulmak yerine, bir lider olarak sorumluluğu üstlenip İslamı kodlarla milletten helallik, Allah'tan af istiyor.
"Özeleştiri" ile "helalleşmek" arasındaki kamuoyu tarafından bazen tam olarak anlaşılamayan bu fark, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın siyaset tarzından kişiliğine kadar hemen her alanda çok merkezi bir yere oturuyor. Bu fark Erdoğan'ı batılı değil yerli ve milli, taklitçi değil sahici, bağımlı değil otonom yapıyor. Zaten içerideki ve dışarıdaki muhaliflerinin Erdoğan'la ilgili en büyük "rahatsızlığı" da bu. Kontrol edilemeyen, batının sorgulanmayan hakikat dayatmalarına göre değil kendi değerler dünyasının hakikatlerine göre hareket eden, korkup geri adım atmak yerine cesaretle doğru bildiğinin peşinde giden bir lider ve siyaset tarzı pek tabiidir ki egemenler tarafından sevilmiyor, benimsenmiyor ve desteklenmiyor.
[Takvim, 18 Ağustos 2017].