Cezayir'de Cumhurbaşkanlığı seçim sürecine girilmesi ile sokaklar hareketlendi.
Buteflika'nın beşinci kez aday olacağını duyurması ile çoğunluğu gençlerden oluşan kitleler sokaklara döküldü.
Başkent Cezayir başta olmak üzere yaklaşık bir haftadır değişim taleplerinin yüksek sesle dile getirildiği gösteriler devam ediyor.
Taşınan pankartlar ve atılan sloganlar oldukça tanıdık: "yeniden adaylık istemiyoruz", "artık değişim zamanı" gibi dövizler en fazla göze çarpanlar.
Bu taleplerin 2010 yılı sonunda başlayan Arap isyanları ile fazlasıyla benzeşiyor olması hepimizin dikkatini çekmiş olsa gerek.
Bu bir tesadüf değil. Mısır, Suriye, Tunus, Libya, Yemen'de atılan bu sloganlar otuz yılı aşkın bir süre boyunca iktidarda kalmış olan liderlere ve yorulmuş/yozlaşmış rejimlere yönelikti.
Kitleler bu rejimlerin değişmesini isterken, devlet başkanlığı makamındaki siyasileri bu iktidar yapılarının mücessem bir temsilcisi olarak görmekteydiler.
Dolayısıyla liderleri istemediklerini dile getirdiklerinde de, sistem değişimi talep ettiklerinde de aynı şeyleri talep etmekteydiler: Kendi iradeleri doğrultusunda oluşmuş politik bir yapı ve yine kendilerinin seçtiği insanların bu yapıyı yönetmeleri.
Ancak hikaye malum, önce yozlaşmış olan rejimler bu talepleri bastırdı, sonra da uluslararası aktörler (devletler, devlet dışı silahlı gruplar, terör örgütleri) krizlere müdahil olarak hemen her ülkede bir kaos yarattılar.
Yaklaşık bir ay önce Suriyeli bir mültecinin televizyon ekranlarına yansıyan "bizim ne istediğimizi sormadan ve umursamadan ülkemizi yok ettiler" sözü bu duruma ilişkin veciz bir ifade olarak hafızalardaki yerini aldı.
Bu kaos, yalnızca ahalinin talep ettiği değişimi baltalamakla kalmadı, aynı zamanda değişimin neye karşılık gelebileceğine dair ortaya çıkardığı maliyet ümitleri kırdı.
Bir başka deyişle insanlar kaos ile dikta rejimleri arasında bir tercih yapma zorunda kalmak gibi bir dayatmayla karşı karşıya kaldılar.
Bu tablo Cezayir halkı ve yönetimi için alınması gereken bir ders olarak önlerinde duruyor. Dahası 1992 seçimlerinden sonra yaşanan iç savaş, kendileri için acı bir tecrübe olarak hafızalardaki yerini koruyor. Genel kurmay başkanının "geçmiş acıları tekrar yaşamayacağız" ifadeleri de bu acı olaya bir gönderme idi.
Gösterilerin şimdiye kadar şiddet içermemiş olması, güvenlik güçlerinin de silah kullanmamış olması ve ölümlerin yaşanmamış olması sevindirici bir durum.
Öte yandan hem muhalefet hem de iktidar nasıl bir strateji izleyeceğini belirlemeye çalışıyor.
Muhalefet cephesi kendi arasında birleşememişken gösteriler patlak verdi. Ve fakat bu durum muhalif cepheyi daha koordineli olmaya zorluyor.
Bu bağlamda birkaç ismin adaylıktan geri çekilmesi muhalefetin birleşme planlarının bir parçası olarak yorumlanıyor.
Yine muhalefetin adaylık başvuru sürecinin uzatılması için Anayasa Mahkemesi'ne başvurmuş olmasının da benzer bir motivasyonla gerçekleştiğini söylemek mümkün.
İktidarın önceliği ise gösterileri yatıştırmak.
Bu amaçla Buteflika birçok vaatlerde bulundu.
Bir daha aday olmayacağından tutun da reform paketinin hazırlanmasına, daha adil bir ekonomik dağılımdan anayasa referandumuna kadar oldukça etkileyici vaatlerdi.
Ancak göstericiler şimdilik ikna olmuş gibi görünmüyor.
Bu denklem, en iyimserinden en kötümserine birçok senaryoyu masada tutuyor.
[Fikriyat, 8 Mart 2019].