Cumhurbaşkanlığı ve meclis seçimlerinin erkene alınma kararının ilan edilmesinin üzerinden 10 günlük bir zaman geçti. Devlet Bahçeli’nin erken seçim çağrısı, hatta onun da öncesinde muhalefet partilerince tedavüle sokulan erken seçim senaryolarıyla aslında daha da uzun bir süredir erken seçim zaten gündemimizdeydi. Erken seçim fikrine mesafeli duran AK Parti ise belki cumhur ittifakı içindeki müttefiki MHP’nin çıkışına kayıtsız kalmamak için, belki seçimi kazanacağına güvendiği için, belki zaten seçim atmosferine girmiş Türkiye’yi bir yıl sürecek bir belirsizliğe sürüklememek için, belki de her üç sebepten dolayı Bahçeli’nin ortaya attığı erken seçim önerisini sahiplendi, hatta Bahçeli’nin önerdiği tarihten de erkene çekti. Ne de olsa Bahçeli’nin çıkışıyla ok yaydan çıkmıştı bir kere. Madem seçim atmosferine girildi, bu atmosferin doğurduğu belirsizlik bir an önce netleşmeliydi.
Ancak bir süredir soluduğumuz bu seçim atmosferine rağmen seçimde yarışacak cumhurbaşkanı adayları üzerindeki gizem halen aydınlanmış değil. Hâlihazırda cumhurbaşkanlığı görevini yürüten Recep Tayyip Erdoğan’ın adaylığı henüz seçim süreci startı verilmeden önce dahi bilinmekteydi. Dolayısıyla cumhur ittifakı cephesinde yeni bir şey yok. Ancak muhalefet partileri adaylarını halen duyurabilmiş, kuvvetle muhtemel belirleye-bilmiş bile değiller. Meral Akşener gibi adaylığını duyuran isimlerin adaylığı bile kamuoyunda son karar olarak görülmüyor. Akşener’in adaylığının muhalefetin çatı adayını gizlemek için taktiksel olarak duyurulduğu gibi tuhaf iddialar gündemde yer buldu ve pek çokları tarafından makul görüldü. Bugün itibariyle görünen o ki çatı aday noktasında bir anlaşma sağlanamadı, dolayısıyla taktiksel adaylık, amiyane tabirle feyk atma senaryoları gündemden düştü. Nitekim cumhur ittifakı dışındaki partiler cumhurbaşkanlığı seçiminde kendi müstakil adaylarıyla yarışacaklarını duyurmaktalar. Ancak muhalefet cephesinin rasyonel stratejisi ilk turda çok adayla yarışıp, seçimi ikinci tura sarkıtmak olmalıyken neden daha en baştan çatı adayı bulma girişimlerini gördük?
Toplumun merkezi
Evvela Erdoğan’ın karşısına ilk turda çatı adayla çıkma fikrinin aslında neden rasyonel olmadığını tartışalım. Yıllardır gördük ki Cumhurbaşkanı Erdoğan seçmeni üzerindeki etkisi, inandırıcılığı, liderlik özellikleri had safhada olan, kitlesini mobilize edebilen, konsolide edebilen bir lider. Ancak Erdoğan’ı farklı kılan sadece partisinin seçmeni üzerindeki etkisi değil. Bunu bir yana bırakıp toplumun, yani tüm parti seçmenlerinin toplamına bakarsak Erdoğan alternatifler arasında bu toplumun merkezinde, medyan seçmene en yakın isim. Seçmenlerin farklı akslarda (ideoloji, ekonomik beklenti, kimlik talepleri, vb.) doğrusal bir çizgi etrafında dizildiğini düşünürsek tam ortadaki kişi en yakınında Erdoğan’ı görüyor. Örneğin medyan seçmen Erdoğan kadar milliyetçi, daha az veya daha fazla değil. Medyan seçmen Kurtuluş Savaşı’nı, İstiklal Marşı’nı, “Türk Vatanı ve Milletinin ebedi varlığı” fikrini benimsemiş, bununla beraber Türkiye’nin Kürt vatandaşlarına yönelik on yıllara yayılan inkâr siyasetini yanlış bulan, Kürtçenin yasaklandığı, Kürdüm demenin suç sayıldığı yıllara eleştirel bakabilen bir seçmen. Tabii ki bu toplumun ultra Türk milliyetçisi, amiyane tabirle kafa-tasçı zihniyete sahip bireyi de var, ayrılıkçı Kürt milliyetçisi de. Ama medyan seçmen bu ikisi de değil. Hal böyle olunca Erdoğan’dan daha milliyet-çi, belki ultra-milliyetçi bir aday bu topluma fazla, Erdoğan’dan daha az milliyetçi bir adaysa topluma az gelmekte. Bugünün milliyetçiğiyle ilişkili ancak daha geriye giden bir aksa, geçmiş mirasına nasıl bakıldığını ele alınca da medyan seçmenin Erdoğan’la aynı noktada durduğunu görmekteyiz. Medyan seçmen Diriliş Ertuğrul’u coşkuyla izleyen, Osmanlı mirasına saygı duyan, ama cumhuriyetin kazanımlarından vazgeçmeyen bir seçmen. Osmanlı’yı hakir gören, Jakoben cumhuriyetçi bir aday bu topluma fazla, saltanat hülyası gören bir adaysa az cumhuriyetçi. Erdoğan ise medyan seçmenle bu konuda da aynı frekansta buluşabilen bir lider. Bir diğer aksımız laiklik olsun.
Medyan seçmen dini kamusal alandan dışlayan bir laiklikle sorunlu ama teokrasi de istemeyen bir seçmen. Medyan seçmen din ile barışık, hatta muhafazakâr ama Ortadoğu’da bolca örneğini gördüğümüz selefi aşırıcılıktan uzak duran, mutedil bir noktada. Ekonomi aksındaysa medyan seçmen sosyalizme oldum olası mesafeli durmuş ama kapitalizmden de hazzetmeyen bir noktada. Aksları ne kadar artırırsak artıralım, Erdoğan hemen hepsinde medyan seçmene en yakın aday, daha doğrusu muhtemel aday çünkü henüz ortada pek başka aday görebilmiş değiliz.
İki adaylı bir seçimde medyan seçmeni kazanan seçimi kazanır, bu siyaset biliminin (aslında kökeni itibariyle ekonomi biliminin) net bir bulgusu. Erdoğan medyan seçmene en yakın isim, bu da gerek kamuoyu yoklamalarında, gerek geçmiş seçim tecrübelerinde, hatta hiç de bilimsel bir arka plan gerektirmeyen hemen her gün yaptığımız sıradan bir gözlemde güzümüze çarpan bir bulgu. Hal böyle olunca Erdoğan’ın karşısına daha ilk turda çatı adayla, yani tek adayla çıkmanın hiçbir rasyonalitesi yoktu. Ama bu denendi. Muhalefet partileri CHP’nin öncülüğünde çatı aday müzakereleri yürüttüler. Olmadı, belki çatı aday ismi üzerinde anlaşamadıklarından dolayı, belki kaprislerden, egolardan veya iletişimsizlikten dolayı, belki başka bir sebepten dolayı anlaşamadılar, ama denediler. Seçim kazanmak adına hiç de rasyonel olmayan bu strateji denendi, peki neden? Bu ilk sorumuz olsun zira bununla ilintili bir başka soru daha var.
Neden bu gizem?
Muhalefet cephesi, özelde CHP, bu satırlar yazılırken halen adayını açıklamış değil. Muhalefet cephesinde neden bu karmaşayı görüyoruz, ne-den en başta kendi seçmenlerinin duymayı beklediği aday isimler bir türlü duyurulmuyor, neden bu gizem? Bu gecikmenin nedeni ne? Bu da ikinci sorumuz olsun.
Bunlar cevabı zor sorular. Belki benim gibi düşünenler için değil, ama siyasiler için zor sorular. Zira muhalefet partilerinin liderlerinin önünde kazanılması gereken bir cumhurbaşkanlığı makamı ve kaybedilmemesi gereken bir parti genel başkanlığı makamı var. Somutlaştırmak adına Kılıçdaroğlu için konuşmak gerekirse denkleme bir de milletvekilliği giriyor. Hal böyle olunca cumhurbaşkanı adaylığı söz konusu aday için milletvekilliğini otomatik olarak senaryo dışı bırakıyor. Söz konusu aday cumhurbaşkanlığı seçimini kazanamaz ise parti genel başkanlığı dışında otoritesini dayandıracağı bir makamı kalmıyor. Ne var ki cumhurbaşkanı adayı olarak milletvekilliğinden feragat edecek parti başkanları cumhurbaşkanlığı seçimini de kaybederlerse parti genel başkanlıklarını sürdürmeleri de zor. Onlarca vekili meclisteyken genel kurulda rakip partilerle hesaplaşamayacak, kürsüden vekillerine seslenemeyecek bir parti başkanı hayal etmek zor.
Erdoğan’a karşı, Erdoğan gibi
Muhalefet partisi genel başkanları için durumu daha da kritik kılan unsur, yukarıda değindiğimiz üzere medyan seçmene uzak oldukları için cumhurbaşkanlığı seçimini kazanma ihtimallerinin çok düşük olması. Yine Kılıçdaroğlu örneğine dönersek, Erdoğan karşısında ikinci tura kalsa bile kazanabileceğine kendisi bile, gayet makul nedenlerle, inanmıyor. Garanti olan milletvekilliği makamını, bu makamın sunduğu imkânla sürdürebileceği genel başkanlığı bırakıp kaybedeceğini bildiği bir seçime girmek istemiyor. Öte yandan genel seçimleri kaybetse de parti genel başkanlığını koruyabileceğini biliyor, bu tecrübeyle sabit. Genel seçimleri kaybetme ihtimali yüksek, ama (parti genel başkanlığı korunacağı için) bu kayıp parti lideri için tolere edilebilir seviyede. Ancak cumhurbaşkanlığı seçiminde senaryo farklı. Kılıçdaroğlu’nun (veya benzer durumdaki diğer muhalefet liderlerinin) cumhurbaşkanlığı seçimini kaybetme ihtimali yüksek, ama bu sefer kayıp tolere edilemez durumda çünkü bu durumda genel başkanlığı da ko-rumak zora giriyor. Yani cumhurbaşkanlığı seçimini doğrudan aday olarak kaybetmenin maliyeti çatı adayla kaybetmekten çok daha büyük. Ancak bu denklem seçmene anlatılabilecek türden değil. Kimse “aday olmuyorum çünkü olursam kazanamam, talip olduğum yeni bir makamı kazanamadığım gibi sahip olduğum makamımı da yitiririm” diyemiyor. Seçmenine bu kişisel (hadi bencil demeyelim) rasyonaliteyi şeffaflıkla aktaramayan muhalefet liderleri kolektif düzeyde hiç de rasyonel olmayan ilk turda çatı aday bulma çabalarına giriştiler. Rasyonel olmayan diyorum çünkü bir SP’li, CHP’li, HDP’li ve İP’li seçmenin aynı adaya oy vermesi bir İngiliz, bir Fransız ve Temel’in düşen bir uçakta yan yana gelmesinden daha zor bir ihtimal. Bu partiler ikişerli olarak (belki HDP ve CHP bir yanda, Saadet ve İyi Parti bir yanda) ortak aday çıkarabilirlerdi, hatta dört partinin lideri ortak bir aday arkasında birleşebilirlerdi. Nitekim doğrudan veya dolaylı olarak denediler de. Ancak bu partilerin seçmenlerinin ortak bir adaya oy vermesi mümkün değil. Dört partinin çeşitli akslarda savundukları düşüncelerin orta noktasına baksanız bu zaten Erdoğan’ın pozisyonuna denk geliyor. Zaten bu nedenle seçim ikinci tura kalırsa muhalefet partileri belirli bir mesele üzerinden değil Erdoğan karşıtlığı üzerinden kampanya yapacaklar. Erdoğan karşıtlığı üzerinde anlaşıp Erdoğan’ın karşısına Erdoğan’a en çok benzeyen, kardeşlik hukuku kurduğu bir aday çıkarmaya çalışmak da ayrı bir dilemma tabi. Nitekim CHP seçmenine Erdoğan’dan neden nefret etmesi gerektiğini anlatırken bir yandan da neden Erdoğan’a en çok benzeyen adaya oy vermesi gerektiğini anlatamadı, anlatamazdı da.
Sonuç itibariyle ikili bir seçimde Erdoğan doğal olarak favori aday olacak çünkü medyan seçmenin beklentilerine, taleplerine en yakın aday. Saadet ile CHP’yi toplayıp ikiye bölerseniz karşınıza medyan seçmen çıkar. HDP ile İyi Parti’yi toplayıp ikiye bölerseniz karşınıza yine medyan seçmen çıkar. Ve o medyan seçmenin yeri 16 yıldır rezerve edilmiş durumda.
[Star Açık Görüş, 28 Nisan 2018].