"Türk, fanatizmin baskısı altında olmadığında, güvenilir ve yardımseverdir." Bu söz, Hollanda'da doğmuş, fakat ömrünün büyük bölümünü Londra'da geçirmiş olan Thomas Hope (Hobbes değil!) adlı bir düşünüre ait. On sekizinci yüzyılın sonları yahut on dokuzuncu yüzyılın başlarında ediyor bu lafı Hope. O dönemde Batılıların "Türk" kavramıyla en temelde Osmanlıları ve Müslümanları kastettiğini biliyoruz. Peki "fanatizmin baskısı altında olmak" neyin nesidir? Bu baskıdan kurtulmak nasıl mümkün olabilir? Batılıların o gün bu soruya verdiği cevap çok mühim. Zira o gün verdikleri cevabı ezber etmişler. Bugün de bize, Türkiye'ye ve Müslümanlara bakarken o ezberle konuşuyorlar. "Fanatizmin baskısı altında olmak" demek, Türklerin kendi "değer dünyasına hapsolması"demektir. Fanatizm, bir Doğu hastalığıdır onlara göre. Bu hastalıktan kurtulmak için Batılıların aklına, sundukları reçetelere ihtiyaç vardır! Oysa on dokuzuncu yüzyıldan bu yana geçen iki yüz küsur yıllık süre zarfında dünya Batılıların ürettiği fanatizmin kurbanı olageldi. Batılıların kendi aralarındaki egemenlik mücadelesi, paylaşım kavgası insanlık tarihinin görmediği katliamlara yol açtı. İki dünya savaşının gerçekleştiği 30 yıllık zaman diliminde sadece Avrupa'da 100 milyon insan fanatizmin kurbanı oldu.
***
Türkiye'nin de içinde olduğu İslam dünyası Batı'nın sömürge siyasetinin ve fanatizminin kurbanı oldu. Öte yandan kendi imkânlarıyla sorunlarına çözüm bulma şansları da elinden alındı. Batılılaşma paradigmasıyla siyasi akılları esaret altına alındı. Sosyo-ekonomik kaynakları sömürüldü. Bugün Batılılaşma paradigması ciddi bir çöküş yaşıyor. Bu çöküş de Türkiye'den başladı. Türkiye, İslam dünyası içinde bu kıskaçtan kurtulabilen ilk ülke oldu. Batı dünya egemenliğinin devasa krizlerle yüzleştiği bir dönemde Türkiye, kendi imkânlarından, gerçeklerinden hareketle bir "şimdi ve gelecek tasavvuru" inşa etmeye çalıştı. Son derece rasyonel, son derece pragmatik, son derece ayakları yere basan bir şekilde... Ve fakat kendi ad ve hesabına... Birçok sosyolog Batılılaşma çizgisini takip ederek üretilen Türk modernleşmesinin üç özelliğinden bahseder: Laikleşme, jakoben gelenek ve pozitivist yaklaşım. Bunların her biri, toplum için ağır yükler üretti. Yeni dönemde Türkiye'yi yöneten akıl bu dayatmayı aşmak için yoğun bir mücadele verdi. Vermeye devam ediyor. Adına "yeni Türkiye" denen iddialı bir yeniden yapılanma projesini hayata geçirmeye uğraşıyor. Halihazırda ana akım Avrupalı ve Amerikalı aktörlerin kahir ekseriyeti Türkiye'nin bu özgürleşme hikâyesini bir fanatizm olarak telakki ediyor. Yahut o şekilde takdim ediliyor. Türkiye'nin yenileşme ve özgürleşme hikâyesi "İslamcı fanatizm" parantezine alınmaya çalışılıyor. Tam da bu gerekçeyle Batılılar, Türkiye'de faaliyet gösteren, Türkiye'yi hedef alan terör örgütlerine sempatiyle yaklaşıyor. Gerçekleştirilen sivil katliamlarına ses çıkarmıyor, sivil siyasetçileri hedef alan suikastları "Türkiye'deki iktidar mücadelesi"nin bir parçası olarak sayıyor. "Türkiye, DEAŞ'ı destekliyor" gibi yalanlarla Türkiye'yi köşeye sıkıştırmak için çalışan Batılılar, yine aynı gerekçeyle bugün Türkiye'yi DEAŞ'la mücadelenin dışına itmeye çalışıyorlar. Bütün mesele, Türkiye'nin müstakil hareket ediyor oluşu. Evet, bu bir özgürleşme hikâyesi. Devam eden bir hikâye...
[Sabah, 13 Ekim 2016].