Yeni sisteme geçeli neredeyse iki sene olacak. Ama hâlâ eski sistemin yasal ve kurumsal çerçevesi üzerinden yeni yönetim sisteminin gerekleri ve hatta yasal uygulama zorunlulukları tartışmaya açılıyor.
Yeni sistemin; uyum ve geçiş süreci, uygulaması, getirdikleri, sorunları farklı başlıklardan kuşkusuz değerlendirmeye tabi tutulabilir.
Yeni sisteme karşı eskisi de savunulabilir. Herhangi bir siyasi parti, iktidara gelmesi ve halktan yeterli desteği alması durumunda sistemi değiştirerek eskisine döneceği sözünü de verebilir.
Yeni sisteme karşı çıkan partiler ve kesimler bunu zaten yoğun bir şekilde yapıyorlar. Mesele, yeni sistemin eleştirilmesinde değil. Sorun, parlamenter sistemin özellikleri üzerinden bir başkanlık yönetim modeli olan Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin sorgulanması.
Bir örnek…
Geçtiğimiz haftalarda CHP sözcüsü, İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un İdlib’le ilgili toplantıya katılıp açıklama yapmasını eleştirdi. Devletin geleneklerine göre, güvenlik toplantısına iletişimle görevli bir bürokratın katılmayacağını iddia etti. Bu gerekçe üzerinden iktidarı ve Cumhurbaşkanı’nı eleştirdi.
Öncelikle bu eleştiri yeni sistemin mantığına tamamen aykırı. Sebebi şu; Altun’un yürüttüğü görev sıradan bürokratik bir görev değil, Cumhurbaşkanlığına bağlı bir “başkanlık”. Yani Cumhurbaşkanlığına bağlı olan Genelkurmay Başkanlığı, MİT Başkanlığı, Savunma Sanayii Başkanlığı ve Strateji ve Bütçe Başkanlığı gibi diğer başkanlıklarla aynı yasal statüde.
Tüm bu başkanlıklar, bakanlarda olduğu gibi, cumhurbaşkanınca atanır. Eskiden bakanlar seçilmişlerin içinden çıkıyordu. Şimdi öyle değil. Yürütmenin başı olan ve halk tarafından seçilen cumhurbaşkanı, bakanları atadığı gibi başkanları da benzer şekilde atamaktadır.
Sistem anayasal olarak değiştiğine göre, cumhurbaşkanının da eski sisteme göre devleti yönetmesi beklenemez. Cumhurbaşkanına, herhangi bir bakana ya da bürokrata “eski geleneklere” göre yani “eski yönetim sistemine göre yönet” tavsiyesinde bulunmak, “mevcut anayasayı uygulama” demektir.
Muhalefet tabii ki yeni sistemin gereklerinin farkında. Ancak, parlamenter sistem savunucusu üzerinden bir siyasi blok oluşturulmaya çalışıldığı için mevcut sistem çarpıtılarak anlatılıyor. Bu konuda, CHP’nin yeni sistemle ilgili hazırlattığı rapora bakmak yeterli. Raporda, yeni sistemi kabul ederek, “bu sistem üzerinden iktidar yarışına girerseniz, meşru olmayan iktidarı meşru kılmaya katkıda bulunmuş” olursunuz diye uyarıda bulunuluyor.
Kesin olan husus şu: Muhalefet Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ni eleştirse de, bu sistemle iktidara gelse mevcut eleştirileri bir anda rafa kaldırır. Değiştirmeye yönelik çabaya bile girmez.
Nasıl yerel yönetim seçimlerinden önce, çok farklı alanlarda topluma söz verip, belediye başkanlıklarını kazandıktan sonra tam tersi bir politika izlemeye başladıysa, aynısını iktidara gediğinde yapar.
Yeni yönetim sistemini değerlendirirken öncelikle, Türkiye’nin son iki yılına bakılarak bir sonuca varılabilir. Suriye iç savaşının olumsuz etkilerini bertaraf etmeye dönük yapılan başarılı operasyonlar, terörle mücadele, ekonomik dış müdahaleye karşı alınan önlemler ve benzeri birçok konuda, mevcut sisteme geçilmemiş olsaydı, bu kadar etkin kararlar alınamazdı.
Yasama çoğunluğunu ittifakla sağlayan bir iktidar, istikrar konusunda bocalardı. Erken seçim tartışması hiç gündemden düşmezdi.
Yeni bir sisteme geçildiğinde, bürokratik dirençten kaynaklanan uygulama problemleri çıkabilir. Adaptasyon ve öğrenme sürecinden kaynaklanan sorunlar yaşanabilir. Mevzuatın dönüştürülmesi sürecinde aksamalar olabilir. Zaten, bu sorunların çıkması bu tip sistem değişimlerinde öngörülen hususlardır.
Büyük sistem değişimlerinde bir geçiş sürecine ihtiyaç duyulur. Yaşanan sorunlar olursa sistem içi revizyonlarla düzeltilir.
“Yürütmenin başı niçin cumhurbaşkanıdır”, “bakanları niye cumhurbaşkanı atıyor” gibi gerekçelerle sistem eleştirisi yapmak ya da bir bakan toplantıya girdi diye sistem sorunludur demek, gerçekliği çarpıtmaktan başka bir anlama gelmez.
[Türkiye, 12 Mart 2020].