Tarihçi Hugh Trevor Roper, faşizmi anlatırken şöyle der: 1920'lerde İtalya'da doğdu, 30'larda Avrupa'da rüştünü ispat etti, 1945'te öldü. Mussolini ve Hitler'in ölümüyle tarihe karıştı.
Faşizmin bir siyasal formasyon biçimi, radikal bir ideolojik program olarak tarihe karıştığı doğrudur. Bugün siyaset sahnesine baktığımızda, marjinal gruplar dışında hiçbir aktörün kendisini "faşist" olarak nitelediğini görmeyiz.
Faşizm lanetlenmiş bir ideolojidir. Dünya tarihinin gördüğü en kanlı savaşa kaynaklık ettiği düşünülen bu ideoloji Batılı müesses nizam tarafından şeytanlaştırılmıştır. Hal böyle olsa da, faşizmi modern Batı tarihi içinde bir "sapma" olarak görebilir miyiz?
Kendi tarihsel bağlamı içinde değerlendirildiğinde faşizm, modern, Batılı ve laik bir ideoloji. Bu yönüyle bir "sapma" değil. Sıkışmış Avrupa'nın içinden türemiş, kitlelere ümit olmuş bir "kurtuluş reçetesi". Farklı bir reçete. Ancak modern ve seküler bir reçete. Sosyal Darwinist ideolojilerden biri. Diğerlerinden farkı, yenilmiş olması.
Faşizm, bireyin kollektivite içinde eridiği, toplumun devlet karşısında hiçbir söz hakkının olmadığı, ezeli ve ebedi lider fikrine inancın merkezinde olduğu bir siyasal tasavvur. Faşizmin yükseliş hikâyesine baktığımızda, hikâyenin merkezinde, "gururu kırılmış toplum" fikrinin yer aldığını görürüz. Bu incinmişlik hali, kültürel üstünlük söylemiyle birleştiğinde karşımıza korkunç bir canavar çıkmıştır. Bu, faşizm adını verdiğimiz modern ırkçı rejim ve felsefenin ta kendisidir.
Avrupa bağlamında bir süredir aşırı sağın yükselişini konuşuyoruz. Geçtiğimiz yıl Avrupa Parlamento seçimlerinde aşırı sağ partilerin sağladıkları başarı, Avrupa'daki İslam karşıtı gösteriler, Müslümanlara yönelik sayıları giderek artan saldırılar, cami yakma olayları vb. durumlar yeni bir Avrupa'yla karşı karşıya olduğumuz intibaını uyandırdı. Bu "yeni Avrupa"yla ilgili olarak yapılan yorumların kahir ekseriyeti, Avrupa'nın 2008'den itibaren yaşadığı ekonomik krizi merkeze aldı. Ekonomik sıkışmışlık, hiç kuşkusuz bu "yeni" ve "sevimsiz" Avrupa'nın gerekçelerinden biri.
Ne var ki bu yeni Avrupa'yı tek başına ekonomik buhranla izah etmek doğru değil. Bugün, Avrupa bir "kültürel üstünlük duygusu"na düçar olmuş durumda. Bu "kültürel üstünlük duygusu" toplumda giderek yaygın bir psikoloji halini alan "incinmişlik hali"yle birleştiğinde yeni bir ırkçılığın gün yüzüne çıktığını görüyoruz. Bu yeni ırkçılığın biçimsel olarak bundan 90 yıl önce Avrupa'da faşizme kaynaklık eden sosyo- politik ve sosyo-kültürel ortamla benzeştiğini söylememiz gerekir.
Sadece Charlie Hebdo saldırısı sonrasında Avrupa ülkelerinde yapılan tartışmalara bakalım. Müslümanları güvenlikleştiren, gündelik hayatı Müslümanlar için bir zindana çeviren yasa önerilerini bir kenara bırakıyorum. Metroda yapılan anonslardan bilbordlara asılan afişlere, medyada kullanılan dilden siyasetçilerin beyanlarına kadar hemen her yerde korkunç bir ayrımcılık ve ötekileştirici dil var.
Sadece bir örnek: Fransız hükümeti "Cihadizmi durdur" diye bir kampanya başlattı. Kampanyanın internet sitesinde "radikalleşme eğilimi"ndeki bir gencin nasıl farkına varılabileceği anlatılıyor. Bir "Cihadist" gencin nasıl farkına varabilirsiniz, hadi tahmin edin. Bir kişi eğer eski arkadaş çevresinden uzaklaşır, müzik dinlemeyi ve spor yapmayı bırakır, yeme alışkanlıkları değiştirir, okulunu ya da mesleğini bırakırsa dikkat. Karşınızda bir "Cihadist" olabilir! (Batılı bir mü