“Basın özgürlüÄŸü” konusunu tartışmaya devam ediyoruz.
Türkiye’de basın özgürlüÄŸü meselesi, Freedom House’un raporu üzerinden yeniden gündeme getirilmiÅŸ olsa da, bir siyasi tedip mekanizması olarak iÅŸletilmesi yeni deÄŸil.
Basın özgürlüÄŸü söylemi 1950’den bu yana, seçilmiÅŸ iktidarları çevrelemek, sınırlarını göstermek, muhalefet etmek ve yeri geldiÄŸinde indirmek için devreye sokulmuÅŸ bir söylemdir.
Daha açık bir söyleyiÅŸle bu söylem Türk siyasi tarihinin bütün kritik dönemlerinde, seçilmiÅŸ siyasal iktidar üzerinde ulusal ve uluslararası aktörler tarafından bir sopa olarak kullanılmıştır.
***
Demokrat Parti iktidarına karşı yürütülen muhalefette “basının hür olmadığı” tezi merkezde yer alır. Bu nedenle 27 Mayıs’la birlikte Türk basının “ÅŸeref ve itibarına kavuÅŸtuÄŸu” iddia edilir. Zira “eski muhteris politikacılar bertaraf edilmiÅŸ” ve basın hürriyetine kavuÅŸmuÅŸtur.Hatta ilginçtir, 30 Mayıs 1960 tarihli Tercüman gazetesinde kendisine yer bulan yukarıdaki söylemin sahipleri bugün de “yandık ki ne yandık korosu”nun içinde sanatını icra etmeye devam etmektedir.
Bu koro, “Tayyip gitsin, kim gelirse gelsin” temalı konserlerini verirken en çok “basın özgürlüÄŸü” marşını seslendirmeyi seviyor.
Yapılmak istenen, o “kutlu güne malzeme derlemek”.
Ki, 30 Mayıs 1960’ta söylendiÄŸi gibi “artık hiç ama hiçbir gazeteci hakikati yazdığı için elleri arkasına baÄŸlanıp götürülemeyecek” demek kolay olsun.
Bu koronun sağı da bir, solu da.
Siyaset karşıtlığında ideoloji tanımıyorlar.
Cuntacılar da kumpascılar da bu söylemin ne denli yarayışlı olduklarını bildikleri için “özgür basın efsanesi”ni sürekli yeniden üretmeye devam ediyorlar.
Dönemin darbeci generalleri boÅŸuna 27 Mayısı bütün dünyaya “gazetecinin ve matbuatın hürriyet”i olarak takdim etmemiÅŸlerdi.
Yine aynı ÅŸekilde Menderes döneminde Türkiye’de basının özgür olmadığından dem vuran “Avrupalı ve Amerikalı gazeteciler”, boÅŸuna mı 27 Mayıs’ı “basını özgürleÅŸtiren, kibar ve medeni ihtilal”olarak yansıttılar.
***
Bugün bağımsız gazetecilik efsanesi üretenlerin bayraklaÅŸtırdıkları Abdi Ä°pekçi 27 Mayıs’tan hemen sonra yazdığı yazılarda niçin Türk ordusuna minnettarlığını ifade ediyordu?
Türk ordusu “basınımızı özlediÄŸimiz hürriyetine kavuÅŸturmuÅŸ”tu da ondan.
21 Ekim 1989 tarihli Hürriyet gazetesi manÅŸetinde olduÄŸu gibi seçilmiÅŸ bir sivil siyasetçiye “Sivil Diktatör” derken “basına yapılan baskı”lar birinci gerekçedir.
Medya eliyle gerçekleÅŸtirilen 28 Åžubat darbesinde bile, Refah-Yol iktidarının baskıladığı basından dem vurulmuÅŸtur.
Ä°ÅŸin garibi, bütün bu tarihsel süreçlerde basın gerçekten de ciddi baskılarla karşılaÅŸmış, iktidarın yönlendirmesine maruz kalmıştır.
Ama şu soruyu sormazsak olmaz: Hangi iktidarın?
Emin olunuz, bu sorunun cevabı “seçilmiÅŸ iktidar” deÄŸil.
GeçmiÅŸte sözde “basınımızı özlediÄŸimiz hürriyetine kavuÅŸturma mücadelesi verenler”, dün nasıl “Türk ordusu”na minnettar kalıyorsa, bugün bu müdahaleyi kim gerçekleÅŸtirir ve Türk medyasını ÅŸu zor koÅŸullardan kurtarır, “basını özgürlüÄŸüne kavuÅŸturursa”, elbette ona minnettar olacaklardır...
[Akşam, 8 Mayıs 2014]