Sonunda Suud cinayeti kabul etti. Kaşıkçı'ya Allah'tan rahmet yakınlarına başsağlığı diliyoruz. Üzücü bir olay. Sadece bir insan ve bir gazetecinin katledilmiş olması başlı başına üzücü. Ama kendi ayaklarıyla kendi konsolosluğuna giden bir insanın parçalanmış olması çok daha üzücü. Fakat olayın vahameti bununla da sınırlı değil. Düşünsenize... İslam'ın "emin beldesi" bu tekinsiz adamların kontrolünde. Sıfatı emin olan Peygamberin şehri bu güvenilmezin yönetimin işgali altında. Böyle düşününce İslam dünyası için durum bin kat daha üzücü hale geliyor. Sadece bununla da bitmiyor. Onuru zaten ayaklar altında olan Suud halkı için durum daha da üzücü. İşine geldi mi soylarını ve aşiret adetlerini anlata anlata bitiremeyen ve kabile zihniyetiyle övünen bu Suud yönetimi Arap adetlerini de yerle bir etti. Kendi ayağıyla gelen bir adamı hunharca katletti. Kabilecilik ahlakında ve hatta cahiliye döneminde bile özen gösterilen sığınma hakkı çiğnendi. Bu yönetim, özgürlük ve adalet gibi değerleri saymadığı gibi en basit insani değerleri de önemsemiyor. Dini kuralları çiğnediği gibi aşiret örfünü de çiğniyor. Bunlar bırak Arabı bırak Müslümanı insan bile olmadıklarını kanıtladı. Batı kontrolündeki petrol ekonomisine dayalı bir çürümüşlüğün nerelere varabileceğini hepimize gösterdi. Petrol kaynaklarını uluslararası petrol şirketlerinden aldıkları rüşvete göre dışarıya teslim eden ve bu rüşveti aile içinde çeşitli pazarlıklar çerçevesinde dağıtan bir rejim şimdi kanlı bir taht kavgası veriyor. Tahtı ele geçirmenin yolu ise dışarıya bağımlı olmak. Kısır bir döngünün içinde yuvarlanmaya devam ediyor. Sırasıyla petrol, rüşvet, bölüşüm, kavga ve bağımlılık. Sonra tekrar aynı döngü. Bu olay bize bir kez daha bağımsızlığın değerini gösteriyor. Türkiye, bağımsız kurumlarıyla, ilk günden bu yana duruma el koydu. Amerika'dan bağımsız hareket edebilen ve bunun bedelini ödemeyi göze alan ve yıllardır da ödeyen Türkiye şimdi kendi ayakları üzerinde duruyor. Suud'u burnundan yakaladı. Amerikan medyasını harekete geçirdi. Amerikan yönetimini baskıladı. Sonuç aldı. Devam edecek. Kendine düşmanlık yapanları yakaladığı burnundan bir sağa bir sola çekecek. İzleyip göreceğiz. Türkiye böylesi istihbarat, iletişim, güvenlik ve dış politika başarıları yakalamak için öncelikle bağımsızlığını elde etti. Kurumlarını temizledi. Tazeledi. Bağımsızlaştırdı. Buna karşın ağır baskılara darbelere ve ekonomik tezgahlaramaruz kaldı. Ama farkını yarattı. Şimdi kendi ulusal çıkarını kendi imkanlarıyla koruyan bir aktör haline geldi. Bağımsızlık pahalıdır ama güvenlidir. Zordur ama keyiflidir. Kendi başına ayakta duranlar yorulur ama istediği yere gider. Bazen tökezler ama tekrar kalkar ve gerekirse tekrar koşar. Bunu da herkes bilir ve görür. Kremlin Sözcüsü Dimitry Peskov Rus televizyonuna verdiği mülakatta şöyle demiş: "Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yönetiminde bağımsızlığını koruyan devletler arasına girdi. Bu yüzden ABD, Türkiye ile devamlı temas kurmaya çalışıyor." İşte tam da bu. Türkiye Amerika'ya haraç veren veya Amerikan çıkarları için NATO'nun güney kanadına bekçilik yapan bir ülke değil. Amerika'nın temas kurmak zorunda olduğu bir ülke. Yani Türkiye Suudi Arabistan değil. Çok şükür.
[Sabah, 22 Ekim 2018].