Geçtiğimiz hafta Hollandalı tarihçi Erik Jan Zürcher'in 2005 yılında dönemin dışişleri bakanı Abdullah Gül'den aldığı Yüksek Şeref Madalyası'nı Türkiye'ye iade etme kararıyla ilgili bir haber basında yer buldu.
Zürcher baştan aşağı, hadi yalan demeyelim, ama çarpıtmalarla dolu bir yazı ile aldığı kararın nedenlerini kamuoyuyla paylaştı. Bu haber çok da doğru bir şekilde ne siyasetin gündemine girdi ne de Türkiye kamuoyu tarafından kaale alındı. Buna rağmen söz konusu tarihçinin ödülü iade etme gerekçesi, Türkiye tarihi ile ilgili birçok ciddi bilimsel çalışmaya imza atmış saygın bir tarihçinin soğukkanlılığını kaybedip Emin Çölaşan seviyesinde sosyal gözlemlere başvurması açısından baştan ayağa bir ibret vesikası olarak incelenmeye muhtaçtır.
Söz konusu yazıda Zürcher, 12 yıl önce Türkiye'deki seküler arkadaşlarının uyarılarına rağmen AK Parti ve reformlarını desteklediğini, ama bugün gelinen noktada yanlış yaptığını anladığını ifade ediyor. Hatırlanacağı gibi o dönem Türkiye'deki azılı Kemalistler AK Parti'nin şeriatı getireceği korkusunu yayarken, Batı'da Daniel Pipes yahut Bassam Tibi gibi kimsenin dikkate almadığı akademisyen görünümlü yazarlar AK Parti'nin takiye yaptığını iddia ediyorlardı. Bu çevreler bu iddialarını yayarken de Zürcher'in bugün kullandığı argümanların aynısını kullanıyorlardı.
Zürcher'in yazısındaki birçok çarpıtma dikkat çekmekte ancak içlerinden en çarpıcı olanı ödülü iade etmesine ve Türkiye'nin Müslümanlaştığı iddialarına gerekçe olarak "şimdi birçok yerde cami bulmak, içki satan bir yer bulmaktan daha kolay" gibi temelsiz ve tekrarlana tekrarlana kabak tadı vermiş bir argümanı göstermesidir. Aklı başında olan herkesin ve Zürcher'in de gayet iyi bildiği gibi içki satışı Türkiye'de serbesttir ama Avrupa ülkelerinde olduğu gibi bazı kısıtlamalara tabidir. Buna rağmen Zürcher kendisinin de uzmanı olduğu ve belki de bu yüzden çok iyi kullandığı Cumhuriyet tarihi boyunca Kemalistlerin irtica geliyor ucuzculuğuna ve kolaycılığına kaçmaktan çekinmemektedir.
Erdoğan nefreti ve takıntısının Türkiye'de "saygın" kabul edilen birçok kişinin maskesini düşürmesinin ardından uluslararası alanda da "saygın" birçok kişiyi şirazesinden çıkardığına şahit olmaktayız. Neticede Zürcher'in de ifade ettiği gibi AK Parti on seçimdir kazanmaktadır ve işler Zürcher'in istediği gibi gitmemektedir. Buna rağmen Zürcher'in şimdi hak verdiği seküler arkadaşlarının bekledikleri gibi "Şeriat da Türkiye'ye bir türlü gelmemiştir; ama olsun bugün yarın her an gelmesi mümkündür. Belki de daha fecisi Türkiye otoriterleşmektedir yahut en geç üç vakte kadar otoriterleşecektir."
Elbette Zürcher de pekala Türkiye'de bütün olup bitenin "çevre"nin yani muhafazakâr kitlelerin merkeze yürüyüşünün sonucu ortaya çıkan bir normalleşme sancısından ibaret olduğunu ve bu zırvaların gerçekle bir alakasının olmadığını bilmektedir. Buna rağmen yaşadığı "büyük hayal kırıklığı"nın onu bütün bir akademik müktesebatını çöpe atarak adeta bir Yılmaz Özdil, hatta daha kötüsü Emin Çölaşan seviyesine indirdiği görülmektedir. Yakın bir gelecekte Zürcher ve benzeri Avrupalı Kemalistler orduyu ve zinde güçleri göreve davet eden bir bildiri yayınlarlarsa şaşırmayın.
Zira o kıvama çoktan geldiler.
Erik Jan Zürcher kendisinin de uzmanı olduğu ve belki de bu yüzden çok iyi kullandığı Cumhuriyet tarihi boyunca Kemalistlerin irtica geliyor ucuzculuğuna ve kolaycılığına kaçmaktan çekinmemektedir.
[Zaman, 16 Mayıs 2016].