Terör hain yüzünü çarşamba akşamı mesai çıkışında Ankara'da yeniden gösterdi. Kayıpların maksimum olması hedeflenerek Merasim sokakta askeri servis araçlarının geçişi sırasında bomba yüklü araç patlatıldı.
Ne yazık ki bu saldırıda 28 insanımızı kaybettik, 61'i de yaralandı.
Genelkurmay ve kuvvet komutanlıklarının olduğu bölgede hem TSK'yı hem de gündelik yaşamı hedef alan saldırının arkasından PKK- YPG çıktı.
Canlı bomba saldırısını gerçekleştiren teröristin Suriye uyruklu YPG'li Salih Necar olduğu tespit edildi. Saldırı ile bağlantılı 14 kişi gözaltına alındı.
Yine perşembe günü de Lice'de askeri servis aracına yapılan PKK bombalı saldırısında 6 asker şehit oldu. Kuşkusuz, her iki saldırı da Azez'de ve güneydoğunun ilçelerinde PKK -YPG'ye yapılan operasyonlara "misilleme" niteliğinde. Ankara'nın kalbine yapılan saldırı Türkiye'nin PKK -YPG terörü ile mücadelesinde elini bükme amaçlı. Hiçbir demokratik ülkenin teröre boyun eğmesi beklenemez.
Bugünlerde Ortadoğu'da en fazla terör saldırısına muhatap olan demokrasi olarak Türkiye'nin de Suriye iç savaşı kaynaklı terörle mücadelede yeni bir safhaya geçmesi gerekiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu'nun açıklamalarındaki "Türkiye'nin meşru müdafaa hakkını kullanması" vurgusu bir yönüyle Türkiye'nin terörle mücadeleye kararlılıkla devam edeceğinin göstergesi. Ancak diğer bir yönüyle ise yeni bir eşiğe gelindiği söylenebilir.
Bu saatten sonra Türkiye'nin sadece Azez'e girmeye çalışan YPG'lileri değil Malikiye'den, Kamışlı'dan Afrin'e kadar tüm bölgede hedefleri vurma seçeneği masaya gelmiş durumda. Zira bu son saldırı, PYD ile "müzakere-diyalog" çağrılarının ne kadar anlamsız ve irrasyonel olduğunu netleştirdi.
Türkiye, Kuzey Suriye'deki PYD oluşumunun temsil ettiği kısa -orta vadeli tehditle yüzleşmek için yeni politikalar üretmek durumunda.
Bunun mücbir sebebi de PYD -YPG ile Türkiye'nin öne sürdüğü iki argümanın somut gerçekliğe dönüşmesi. İlki, Suriye rejiminin PYD -YPG'yi doğrudan desteklediği idi.
Bu argüman, Suriye'deki iç savaşta el değiştiren bölgeler üzerinden çok konuşuldu.
En son da Suriye'nin BM temsilcisi Caferi'nin YPG'nin Suriye'nin kuzeyinde kazandığı başarıların "ortak zafer" olduğu açıklaması ile somut bir gerçeklik haline geldi.
İkincisi, PYD- YPG'nin bir olduğu ve Türkiye'nin "güvenliği ve bütünlüğü" için hayati bir tehdit olduğu idi. PKK'nın "şehir savaşı" yürüttüğü ilçelere PYD kontrolündeki bölgeden gelen terörist ve silah akışı bu argümanı ispatlıyordu. Ankara'daki bu son bombalı saldırı ile Türkiye'nin ikinci argümanı da acı ve somut bir gerçek olarak tebarüz etti.
Hepimiz biliyoruz ki YPG saldırısının arkasında Rusya- Esed -İran bloku var. Meselenin ABD boyutuna gelince; Obama yönetimi, "sözcülerinin" kınama açıklamaları ile Türkiye iç kamuoyunda yükselen öfkeyi dindiremez.
YPG konusunda yeni bir pozisyon geliştirmek zorunda. Zira Murat Yeşiltaş'ın işaret ettiği gibi ABD'nin PYD'yi DAİŞ terörü ile mücadelede kullanması Türkiye için, hiçbir şekilde inkâr edilemeyecek, ciddi bir maliyet üretmekte. Bu da PKK terörünün doğrudan ABD eli ile desteklenmesidir.
Obama yönetiminin hoyratça görmezden gelmeyi seçtiği bu gerçek Türkiye -ABD "müttefiklik- dostluk" ilişkisini sadece devlet adamları katında zehirlemiyor. Aynı zamanda iç kamuoyundaki ABD algısı dosttan düşmana doğru evrilmekte. Kaldı ki, YPG'nin böylesi bir saldırıyı yapma cesaretini göstermesi de ABD'nin bu örgüt üzerindeki etkisinin sınırlı olduğunun işareti. Çünkü Obama yönetiminin PYD -YPG politikası bu örgüte geniş bir gri alan bırakıyor. Bu gri alana Rusya- Esed- İran ile yapılan işbirliklerinin yanı sıra Türkiye'yi hedef almak da eklendi. Ne dersiniz acaba Washington, özel birliklerinden ve istihbarat örgütlerinden eğitim alan PKK -YPG teröristlerinin donanımlı bir gerilla örgütüne dönüştüğünün farkında mı? ABD, kendi eli ile beslediği Türkiye düşmanı bir frankeştayn yarattığını ne zaman kabullenecek?
[Sabah, 19 Şubat 2016].