Daha önce de yazdığım gibi ABD ile sorunsuz günler yaşamıyoruz. İşin aslı muhtemelen öyle günler hiçbir zaman yaşanmadı zaten. Türkiye müstakil hareket etmekte zorlandığı günlerde dahi ABD ile sorunlar yaşadı. Örneğin, 70’lerin kaotik zemininde Kıbrıs harekâtını yapan Türkiye, ABD ile zor bir döneme girmişti. Şimdi ise kısmen Türkiye’nin ölçek büyütmesi ve müstakil hareket alanlarını artırması kısmen de ABD Yönetimi’nin ve özellikle Obama’nın narsist dış politikası sebebiyle eşzamanlı çoklu sorunlar yaşıyoruz. Birçok meselede olduğu gibi Suriye krizi, ABD ile kâğıt üzerinde yollarımızı birleştiren fakat pratikte ayıran bir faktör olarak iki ülke arasında yaşanan sorunların merkezinde durmakta.
Suriye krizi iki ülkenin ilişkilerine birçok mayın döşedi. Aksi yönde birçok argümana dair krizin başından beri Washington’dan ve Ankara’dan bakınca tahayyül edilen Suriye arasında dağlar kadar fark vardı. Türkiye’nin krizin ilk aylarında Esed’i katliamlarını durdurması yönünde ikna etmeye çalıştığı günlerde, ABD’nin bugünlerde Obama’ya muhalif olan büyükelçisi Hama’da devrimci pozlar veriyordu. Aslında Ford’un o günlerdeki hareketi takdire şayandı. Fakat muhalefeti ezmek için tüm silahlı kuvvetlerini, paramiliter güçlerini, İran’ı, Hizbullah’ı, PKK’yı ve Rusya’yı seferber etmeyi kafasına koymuş bir rejimle mücadele için pozlar yeterli değildi. CIA, Esed’in gidişinin an meselesi olduğu analizlerini yaptığında Türkiye’nin Esed’le görüşmesinden rahatsız olan yine ABD’ydi. Muhtemelen CIA’in bu analizi ve ABD Yönetimi’nin ısrarları, Türkiye dâhil birçok bölge ülkesinin Suriye politikalarına etki yaptı.
Sonraki dönemlerde ise ABD’nin Suriye’deki bütün gündemi, kendisi için maliyet oluşturmayacak bir şekilde olaylara müdahil olup kara gücü olarak Türkiye’yi kullanmak şeklinde oldu. Türkiye ise Suriye’ye askerlerini sokma opsiyonunu hiçbir zaman devreye sokmadı. ABD uzun süre Türk askerini Suriye’ye sokmaya çalıştı; Türkiye ise meşru müdafaa hakkını kullanmak dışında Suriye’ye doğrudan müdahalelerde bulunmadı. ABD ile Suriye’ye dair en büyük kriz kaynağımız belki de bu oldu. ABD Türkiye’yi Suriye’deki kara gücü haline sokamadığı için Türkiye’ye sürekli maliyetler çıkardı.
Obama bunu The Atlantic’te Jeffrey Goldberg’e verdiği mülakatlarda açık bir şekilde söylüyor, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ‘Devasa ordusunu Suriye’ye istikrar getirmek için kullanmayı reddetmekle’ suçluyor. Geçtiğimiz beş sene içerisinde periyodik olarak Amerikan basınının ‘Türkiye Suriye’ye giriyor’ şeklinde baskı amaçlı haberleri yapmasının bir sebebi de bu. Obama yönetimi Suriye’deki sorumluluğunu, Suriye’ye asker göndermeyi reddeden Türkiye’yi suçlayarak hafifletmeye çalıştı, çalışıyor.
ABD’nin sahadaki muteber Suriye muhalefetine destek vermemesinin, bunun yanında sahadaki en güvenilmeyecek Arap aktörlere (Cemal Maruf vs. gibi) ve PKK/YPG gibi teröristlere askeri yardım yapmasının bir sebebi de yine yukarıda anlattığım kızgınlığı. Türkiye’ye ‘sen askerini sokmazsan, ben de PKK/YPG gibi aktörleri kara gücü olarak desteklerim’ diyor. Daha önce kendisinin de çalıştığı gruplardan müteşekkil bir liste geçtiğimiz günlerdeki gibi kendisine desteklemesi için sunulduğunda bile yan çiziyor.
ABD Büyükelçisi Bass’ın ‘YPG’ye silah yardımı yapmıyoruz’ açıklaması ve YPG’ye şimdi de SDG kılıfıyla tonlarca askeri sevkıyat yapmaları, ABD’nin PKK’ya verdiği bu destekle meşruiyet sınırlarını çoktan aştığının farkında olduğunu gösteriyor. Türkiye’nin Suriye’ye asker sokmamasına duyulan kızgınlığın Obama yönetimini getirdiği ‘terörist gruplara destek’ noktası, ABD’nin Suriye politikasını gayrimeşruluk içerisine sokarken Suriye krizini daha da derinleştiriyor. ABD Suriye’de çıkmazların içerisinde debelenirken kendisini, sorunları Türkiye’ye yansıtmakla rahatlatmak istiyor.
[Akşam, 11 Nisan 2016].