AK Parti tecrübesi Türk siyasal hayatında istisnai bir yer tutuyor. İstisnailik Türkiye tarihi için bir sapma ya da açıklanamayacak bir konumda olması anlamına gelmiyor; AK Parti'nin istisnailiği bir başka parti ya da siyasi hareket ile kıyaslanmasının pek de kolay olmadığından kaynaklanıyor.
Bir lider olarak Erdoğan ve AK Parti'nin akıbeti çoğu zaman Menderes'in Demokrat Partisi ya da Özal'ın ANAP'ı ile karşılaştırıldı ve bu iki tecrübe üzerinden hareketle bolca yorumlar yapıldı. Bu yorumlara göre Ak Parti bir lider partisi idi ve kurucu genel başkan Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığına seçilmesi ile birlikte miadını doldurduğu ve hızlı bir şekilde oy kaybederek iktidarı kaybedeceği yorumları baskın görüş haline gelmişti. Ancak bu yorumların gerçekçi olmadığını yakın zaman içinde şahit olduk. Aksine, AK Parti'nin Türk siyasi hayatında bir başka parti için kullanılmayan "hâkim parti" payesine sahip olduğuna hep birlikte şahit olduk.
AK Parti'nin on beş yıllık serencamına baktığımızda karşımıza ilginç bir tablo çıkıyor. Bir yandan sürekli tehditlerle boğuşan fakat aynı zamanda iktidar olmanın sorumluluğunu da yerine getirmek zorunda kaldığı bir süreç yaşadı. Henüz çiçeği burnunda bir iktidar partisi iken başlayan Cumhuriyet yürüyüşleri, gazete manşetlerinden açıkça dile getirilen darbe talepleri, bürokrasinin kendi işinden daha çok ideolojik saiklerle hareket etmesi Erdoğan liderliğindeki partiyi sürekli bir tehdit ile yüz yüze bıraktı. Fakat bu tehditlere karşı alınan cesur tavır ve milletin Erdoğan'ı ve partiyi sahiplenmesi bu tehditleri boşa çıkarmakla kalmadı, AK Parti'nin hem sayısal hem de siyasal gücünü artırmasının yolunu açtı. AK Partinin iktidarının ilk yılları aynı zamanda uluslararası sistemde ciddi bir dönüşüm yaşandığı bir döneme denk geldi. 11 Eylül saldırıları ile başlayan ve halen devam etmekte olan kaotik süreç dış politikanın da yeniden değerlendirilmesini gerekli kılmaktaydı. ABD'nin Irak'ı işgali, AB ile adaylık müzakereleri gibi meseleler ise AK Partinin kucağında bulduğu en önemli iki sorun alanıydı. Bir yandan bu acil meselelere bir cevap oluşturmak öte yandan hala soğuk savaş zihniyetinin hâkim olduğu bir dış işleri ve dış politika çizgisini dönüştürmek zorundaydı. Bütün bu alanlarda attığı adımlar, tehditlerle yüzleşmekten kaçınmaması ve hizmet siyaseti AK Parti'yi on beş yıl boyunca iktidarda tuttu.
AK Parti'nin iktidarda kalma gücünün birbiri ile ilintili iki temel motivasyonundan bahsedilebilir. Birincisi kitlelerin hissiyatı ve taleplerini dikkate alarak siyaset yapması, ikincisi ise sahip olduğu dönüştürücü güçtür. Birinci faktör partinin ilkelerini milletin değer yargıları ile harmanlamakla kalmayıp somut siyasetini de şekillendiriyor. Böylece partinin söylemleri, ortalama ahaliye kolayca hitap edebiliyor. Hizmet siyaseti de yine ortalama ahalinin somut talep ve ihtiyaçlarına kolaylıkla karşılık verebiliyor. Sağlıktan eğitime, alt yapı yatırımlarından üst yapı hizmetlerine kadar birçok alanda son on beş yılda gerçekleştirilen yatırımların Cumhuriyet tarihi boyunca gerçekleştirilen yatırımlardan daha fazla olması Erdoğan ve partinin çalışkanlığı kadar ortalama ahali ile kurulan ilişkinin bir sonucudur. Bu ilişki biçimi aynı zamanda bir siyasi partinin sahip olması gereken pragmatizmin de dozunu belirliyor.
AK Parti'nin dönüştürücü gücü ve misyonu da buradan kaynaklanıyor. On beş yıldır gerçekleştirilen reformlar ve nihayetinde tedavüle sokulan Cumhurbaşkanlığı sistemi ideolojik bir nosyonla ve tepeden inme metotlarla uygulanmadı. Bu durum, AK Parti'nin bir misyon ya da dava partisi olmadığı anlamına gelmiyor, aksine dönüşüm konusunda ortalama ahalinin hissiyatını gözeten bir çizgiye işaret ediyor. Bu durum hem reformların kolayca kabullenilmesini hem de AK Partinin dönüştürücü gücünün diri kalmasını sağladı.
Cumhurbaşkanlığı sistemi Türkiye'nin tutturacağı istikamet kadar AK Parti'nin de geleceğini etkileme potansiyeline sahip. Dolayısıyla hem bu sistemik dönüşüm hem de AK Parti'nin tazelenme ihtiyacı AK Parti'yi yeni bir eşiğe getirmiş durumda. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın on altıncı yıl vesilesi ile yaptığı konuşmada sarf ettiği "AK Partinin davası Türkiye'nin davasıdır" cümlesi söylemsel değeri yüksek fakat aynı zamanda AK Parti ile Türkiye'nin dönüşümünü birlikte okumamız gerektiğine işaret ediyor. Cumhurbaşkanlığı sisteminin AK Partiyi etkileyen boyutu ile partinin tazelenme ihtiyacına dair Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın cesurca ve açık bir şekilde dile getirdiği özeleştiriler de bir başka yazının konusu olsun.
[Fikriyat, 17 AÄŸustos 2017].