AK Parti önümüzdeki dönemde dış politika alanında birçok meydan okumayla karşı karşıya kalacak. Bu meydan okumalardan en önemlisi ise AB ile iliÅŸkileri, AB üyesi kimi devletlerin irrasyonel tutumuna raÄŸmen tekrardan rayına oturtmak.
Türkiye’nin AB ile iliÅŸkilerinin Gezi Parkı eylemleri sonrasında bozulduÄŸuna dair genel bir kanı olsa da, sorunların baÅŸlangıcını 2006 yılında aramak gerekiyor. Türkiye köklü reformlardan sonra AB ile 2005 yılında baÅŸladığı katılım müzakerelerinde 35 baÅŸlıktan sadece bir tanesini bugüne kadar geçici olarak kapatabildi. AB daha 2006 yılında Kıbrıs meselesini bahane ederek 8 baÅŸlığı dondurmuÅŸ ve açılan baÅŸlıkların kapatılmayacağı kararını almıştı. Burada en önemli etkenlerden birisi AB’nin çekimser lideri olarak görülen Almanya’da Hıristiyan Demokratların 2005 yılında seçimleri kazanması olmuÅŸtur. Böylece talihsiz bir ÅŸekilde tamda Türkiye'nin müzakerelere baÅŸladığı dönemde Almanya’da Türkiye’nin adaylığına ÅŸüpheyle bakan ve onun yerine imtiyazlı ortaklık öneren Merkel iktidarı baÅŸladı. Hemen ardından AB’nin diÄŸer önemli gücü Fransa’da Türkiye’nin adaylığına karşı olan Sarkozy’nin baÅŸkan seçilmesi ile müzakereler tıkandı.
Gezi Parkı eylemleri ve hemen ardından yaÅŸanan geliÅŸmeler ise Türkiye’ye karşı takınılan bu menfi tutuma ideolojik bir temel saÄŸladı. Aradan geçen süre içerisinde özellikle Avrupa basınının büyük bir kısmının Türkiye’ye karşı soÄŸukkanlı tavrını kaybettiÄŸine ve Türkiye’nin siyasi tartışmalarında partizan bir ÅŸekilde taraf olduÄŸuna ÅŸahit olduk. Medyanın takındığı bu ideolojik tutum hem Avrupa’daki bazı siyasetçiler tarafından kışkırtıldı hem de kullanıldı. Bunun bir neticesi olarak bazı Avrupalı liderler Türkiye’yi uzun vadede AB üyesi olacak stratejik bir ortak olarak görmekten ziyade taktik iÅŸbirliÄŸi yapılacak bölgesel bir güç olarak görme eÄŸilimine girdiler.
Buna raÄŸmen yaÅŸanan son mülteci krizi birçok Avrupalı lider ama özellikle de Åžansölye Merkel için bu politikanın sürdürülemez olduÄŸunu açıkça ortaya koydu. Gelinen noktada mülteci krizini aÅŸmak için Türkiye’nin olmazsa olmaz olduÄŸunun farkına varmış olan AB’nin Türkiye ile iliÅŸkileri yeniden geliÅŸtirmek istediÄŸi açıkça ortadadır. Buna raÄŸmen bunun iliÅŸkilerde bir paradigma deÄŸiÅŸikliÄŸi olmaktan ziyade taktiksel bir adım olduÄŸu izlenimi uyandırmaktadır. AB'nin açıkladığı son ilerleme raporu da maalesef bu kanıyı güçlendirecek basmakalıp ifadelerle doludur. Raporun Türkiye'nin gezi parkı eylemlerinden beri içinden geçtiÄŸi sürece tek taraflı ve önyargılı bir ÅŸekilde yaklaÅŸmaktadır. Özellikle hiç bir demokratik ülkede kabul edilmesi mümkün olmayan paralel yapının demokratik düzenimiz açısından oluÅŸturduÄŸu tehlikeye hiç bir ÅŸekilde deÄŸinilmemesi ve bu yapıya karşı yürütülen mücadelenin peÅŸinen mahkum edilmesi raporun tek taraflılığını açıkça ortaya koymaktadır. Bütün bu sebeplerden dolayı AB ilerleme raporları inandırıcılıklarını kaybetmiÅŸ durumdadırlar.
AK Parti’nin önündeki en önemli meydan okumalardan birisi de son iki yılda AB’nin ideolojik söylemlerinden dolayı zarar görmüÅŸ olan iliÅŸkileri yeniden rasyonelleÅŸtirerek, kazan-kazan mantığına dayalı uzun vadeli bir iliÅŸkiyi yeniden inÅŸa etmek olacaktır. Bunu baÅŸarmak için aynı zamanda AB'de ve AB'nin önde gelen ülkelerinde Türkiye ile ilgili bir paradigma deÄŸiÅŸikliÄŸinin gerçekleÅŸmesi gerekmektedir. Böyle bir deÄŸiÅŸiklik olmadığı takdirde son mülteci krizinde de ÅŸahit olduÄŸumuz gibi, AB'nin başı sıkıştıkça attığı bütün adımlar sonuç üretmeyen taktik manevralar olarak kalmaya mahkumdur.
[Sabah Perspektif, 21 Kasım 2015]