Türkiye siyasetinde CHP çeyrek asırdan beri iktidar arayışını sürdüren parti konumunda. 1995 genel seçimi öncesinde kurulan kısa süreli DYP-CHP koalisyon hükümeti bir yana bırakıldığında, CHP yakın dönem siyasal hayatımızda “ömrü iktidar arayışıyla geçen parti” şeklinde nitelendirilebilir. 9 Eylül 1992’de yeniden açılmasından 10 Mayıs 2010’a kadar, kısa süreli ayrılık hariç, Deniz Baykal’la girdiği hiçbir genel seçimde iktidara ulaşamayan CHP, yeni genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile birlikte seçim kazanmak isteyen parti olma yolunda yoğun mesai harcıyor. Kılıçdaroğlu’nun genel başkan seçilmesiyle birlikte partide gözlenen ideolojik yenilenme arayışında belirli mesafe kat edilse de, ulusalcıların baskın olduğu heterojen yapı nedeniyle CHP kendi içinde birlik görüntüsü veremeyen bir partiydi. Bu durum doğal olarak CHP’nin seçmen nezdindeki itibarını etkilediği gibi, iç sorunlarla uğraşması toplumsal taleplere yanıt vermesini de engellemiştir.
Cumhurbaşkanı seçiminden sonra parti içindeki muhaliflerin ayrılmalarının ya da tasfiye edilmelerinin CHP’ye seçime gidilen süreçte ivme kazandırdığına yönelik yorumlar yoğunlaşmıştır. Bunu, partinin 7 Haziran seçimine yönelik hazırlıkları, milletvekili aday belirleme yöntemi ve seçim bildirgesi örneğinde gözlemlemek mümkün. Geçmiş seçimlerde adaylarını ağırlıklı olarak genel başkan ve genel merkez odaklı belirleyen CHP, ilk kez çoğu ilde adayların ön seçim yolu ile parlamenter siyasete dahil olmalarının önünü açmıştır. CHP’nin bu seçime özgü ilklerinden bir diğeri; seçmene dokunma, sorunlarını tespit ve çözüm önerileri odaklı bir bildirgeyle karşısına çıkmasıdır. Kılıçdaroğlu öncesi farklı, etnik, dinsel kimliklerden arındırılmış, neredeyse sınıfsız imtiyazsız bir Türkiye vaadiyle seçmenin karşısına çıkan CHP, bu kez ekonomiyi sosyal projeler aracılığıyla harmanlayarak “Yaşanacak Bir Türkiye” başlığıyla topluma vaatlerini ulaştırdı.