Başlarken belirtmek gerekir ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti döneminde Türk dış politikası kapsamlı bir kuramsal ve kavramsal dönüşüm geçirmiştir. Gerçekçi ve menfaat merkezli ancak insani ve kalkınma yardımları üzerinden ahlaki bir dış politika anlayışına dayalı bir siyaset izleyen Türkiye ulusal, bölgesel ve küresel bağlamlarda farklı ama birbirini tamamlayan tepkiler vermiş ve inisiyatifler geliştirmiştir.
Bu yazıda AK Parti dönemi Türk dış politikasını üç farklı bağlamda (ulusal, bölgesel ve küresel) değerlendireceğim.
Öncelikle, Erdoğan liderliğinde ulusal ölçekte devlet yeniden yapılandırıldı. AK Parti hükümetleri bir normalleşme sürecini başlatarak devletin tarihi, medeniyeti ve kültürüyle barışması sağlandı. Türkiye, devamı olduğu Osmanlı İmparatorluğu'nun çeşitliliğe ve farklılıklara dayalı perspektifini benimseyerek muhataplarıyla ilişkilerini geliştirmeye başladı. TİKA, YTB ve Yunus Emre Enstitüsü gibi resmi kurumların yanında çok sayıda sivil kurum da Dışişleri Bakanlığının faaliyetlerini destekleyici aktörler olarak dış politikada etkili olmaya başladılar.
Milli kurumlar yeniden yapılandırılarak güçlendirildi. Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Türk Silahlı Kuvvetleri ve istihbarat teşkilatı gibi devlet kurumları yeniden yapılandırılarak kapasite ve kabiliyetleri ciddi bir biçimde arttırılmıştır. Savunma sanayiinin gelişmesiyle giderek kendi ayakları üzerinde durmaya başlayan Türkiye'nin dışarıda inisiyatif alma imkanları da arttı. Devam eden siyasal iktidar ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın şahsındaki güçlü siyasal liderlik Türkiye'nin yüksek profilli ve pro-aktif dış politikasının en önemli iç siyaset unsurları olarak ön plana çıktı.
Bölgesel bağlamda, yakın ve uzak komşularla aktif iş birliği süreçleri başlatıldı.
Yumuşak gücünü sert/askeri gücüyle birlikte kullanmayı öğrenen Türkiye, bölgesinin en önemli, denge değiştirici ve oyun bozucu aktörü haline geldi. Irak ve Suriye'nin kuzeyinde sınır dışına çizilen güvenlik hattıyla, bölgedeki şiddet kullanan devlet-dışı aktörlerden ve devletlerden kaynaklanan tehditleri daha dışarıda iken bertaraf etmiştir. Önleyici güvenlik doktrini ile tehditleri daha potansiyel durumda iken sınırlamaya çalışmaktadır.
İlaveten, Katar ve Libya ile imzalanan güvenlik antlaşmaları sonrasında bu ülkelerde askeri birlikler bulundurmaya başlamış ve uzak kriz bölgelerinde de etkili olmuştur. Ortadoğu ve Doğu Akdeniz'de kendisine yönelik kuşatma planlarıyla mücadele etmiş ve bu çabaları başarısız kılmıştır. Türkiye, bölgede yerli ve milli duruşu simgeleyen bir devlet olarak görülmektedir. Özellikle Arap isyanları ve devrimleri sürecinde halkın iradesine dayalı yönetimlerin iktidara gelmesi yönünde çabalar içinde olmuş, bu manada hem bölgedeki despotik rejimlerle hem de onların Batılı destekçileriyle karşı karşıya gelmiştir.
Türkiye küresel bağlamda ise yeni bir siyasal söylem ve davranış tarzı geliştirmiştir. Bir kere, geleneksel Batılı ortakların dışında Uzak Asya ve Afrika gibi yeni alanlara açılımlar gerçekleştirmiştir.
İkinci olarak, dış politikada inisiyatifler almaya başlamıştır. Özellikle gelişmemiş ülkelere yönelik insani ve kalkınma yardımları ile etkili olmaya çabalamıştır. Askeri varlığını da Somali, Katar ve Libya gibi farklı bölgelere yaymıştır.
Üçüncü olarak, Batılı devletlerle ilişkilerini yeniden tanımlamıştır. Hiyerarşik ilişkinin yerine yatay düzlemde bir ilişki biçimi geliştirmiş ve bununla Batılı devletlerin tepkisini çekmiştir. Bu yeni söylem eşitlikçi ve bağımsız bir dış politika anlayışını benimsemek demektir.
Dördüncü olarak, içeriden bir aktör olarak uluslararası sistemin dönüştürülmesini savunmaya başlamış ve bir siyasi muhalefet söylemi geliştirmiştir. Başlattığı "Dünya beşten büyüktür" söylemi kısa sürede küresel bir talebe dönüşmüştür.
Sonuç olarak, Erdoğan liderliğindeki Türkiye, ideolojik kalıplardan kurtulmuş, verili düşmanları olmayan, milli menfaatleri merkeze alan, dış politika konularına toptancı yaklaşmayan, Ankara merkezli ve millileşmeyi ön planda tutan bir dış politika izlemektedir. Türkiye, tepkisel ve tek-yanlı olmayan bir anlayışla çok-boyutlu, çok-taraflı, karşılıklı kazanç karşılıklı bağımlılık ilkelerine dayalı ve barış için savaşa da hazır halde olduğunu dost ve düşmana göstermiştir. Erdoğan liderliğindeki Türkiye öz güvene sahip, bütün ülkelerle eşit şartlarda masaya oturabilen bir aktör olduğunu ispat etmiştir. Türkiye'nin son dönemde attığı önemli iç ve siyaset adımları, dış politikadaki bağımsızlık arayışının göstergeleridir.
Son yıllarda Cumhurbaşkanı Erdoğan ile başında bulunduğu Türkiye'ye yönelik olumsuz algının temel sebebi de bu bağımsızlık arayışıdır. Yoksa iddia edildiği gibi Batılı devletlerin bir devleti ötekileştirmelerinin temel nedeni farklı bir ideolojiye sahip olması değil, belirlenen rolün dışında bir rol oynamaya çalışmasıdır. Türkiye Batılı devletlerin figüranı veya NATO'nun ileri karakolu olarak değil, kendi menfaatlerini merkeze alan ve ağırlığı olan bir devlet olarak uluslararası sistemde yer almak istemektedir.
Bugün itibarıyla Türkiye, dünyanın hemen her köşesinde varlığını göstererek uluslararası siyasette dikkate alınan etkili bir oyuncudur. BM, NATO, G20 ve İslam İşbirliği Teşkilatı gibi önemli uluslararası platformlarda varlık gösteren bir aktör olan Türkiye, dünyanın hemen tarafında yaptığı insani ve kalkınma yardımlarıyla yumuşak gücünü, savunma sanayii alanında gerçekleştirdiği hamleler üzerinden sert gücünü ve ekonomik ve teknolojik alandaki başarıları üzerinden üretkenlik gücünü arttırarak şekillenmekte olan yeni uluslararası sistemde iyi bir yer edinmek için gerekli tedbirleri almaktadır.
[Sabah, 15 Ağustos 2020].