15 Temmuz darbe girişiminin Türkiye için her açıdan bir milat olduğu kesin…
Milletin kendi kendini yönetme iradesine sadece seçim sandıklarında değil, gerekirse tankların önünde de durarak sahip çıktığını ve çıkacağını gösteren bu tarih, Türkiye’nin gerek içeride gerekse dış politikada millî ve yerli bir tavır içerisinde olmasının garantisi oldu.
Millet, darbeye karşı direnişiyle, seçtiği hükümetin dış politika tercihlerini her türlü müdahalelerle kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmek isteyen iç ve dış aktörlere açık bir mesaj verdi: “Türkiye hükümetini ben seçiyorum ve hükümet dış politikayı belirlerken sadece benim çıkarlarımı düşünerek hareket edecektir.”
Bu şekilde millet, AK Parti hükümetinin uzun zamandır izlemeye çalıştığı bağımsız dış politikaya desteğini göstermiş oldu. “Sen dış politikayı millî çıkarlar doğrultusunda belirlemekten geri durma, ben bundan rahatsız olanların darbe dahil her türlü müdahalesine karşı senin arkanda dururum, hiçbir manipülasyon ve kara propagandaya da aldanmam” mesajını vermiş oldu.
15 Temmuz tarihi aynı zamanda, istihbarat ve güvenlik kurumları başta olmak üzere devletin bütün kurumlarına sızmış FETÖ/PDY örgütünün bu kurumlardan temizlenmesi için bir fırsat oluşturduğu için de dış politikanın artık daha fazla Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda yürütülmesi imkânına işaret ediyor. Bu örgütün ABD gibi bazı ülkelerin Türk dış politikasını kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmesinin bir aracına dönüştüğü ihtimali hatırlanırsa, Türkiye’nin kurumlarının bu hastalıklı ve tehlikeli yapıdan temizlenmesinin ne kadar büyük önem taşıdığı anlaşılır.
İşte bu yüzden 15 Temmuz tarihi Türkiye’nin Orta Doğu politikası açısından da bir milat olarak görülmelidir.
FETÖ/PDY soruşturması kapsamında, bu örgütün Türkiye’nin Rusya ve Orta Doğu ülkeleriyle ilişkilerimizin şekillenmesinde muhtemel manipülasyonları da araştırılmalı, Türkiye’nin PKK ve DAEŞ’e karşı mücadelesinde bir zafiyete sebep olacak girişimde bulunup bulunmadığı çok hassas bir şekilde incelenmelidir.
15 Temmuz darbe girişimi karşısında Türkiye’ye destek veren Rusya ile ilişkiler hızlı bir şekilde geliştirilirken oluşan olumlu atmosferin Suriye krizinin çözümüne de katkı sağlaması muhtemeldir. Suriye sorununun yol açtığı insanlık trajedisi ve Türkiye açısından sebep olduğu güvenlik riskleri düşünüldüğünde, Ankara’nın bu soruna gerçekçi ve kalıcı bir çözüm bulma konusunda Moskova ile iş birliği imkânlarını değerlendireceği kesindir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 9 Ağustos’taki Rusya ziyareti sırasında bu yönde uzun görüşmeler yapıldı ve ilk adımlar atıldı. Batılı ülkelerin Suriye sorununun kapsamlı çözümüne ilgisiz kalıp DAEŞ meselesine odaklandıkları düşünüldüğünde, Rusya ve Türkiye’nin bu krizin çözümü konusunda iş birliği yapması önemli bir adım olacaktır. İran, Katar ve Suudi Arabistan’ın da bu çözüm çabalarına katılımının sağlanması bu konuda başarıya ulaşılmasını kolaylaştıracaktır.
İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’in Türkiye ziyareti bu alanda başlatılan diplomatik çabaların bir göstergesi olarak değerlendirilmelidir. Altıncı yılına giren iç savaşta kazanan tarafın olmaması ve 600 bine yakın insanın hayatını kaybedip 10 milyondan fazla insanın mülteci konumuna düşmesi felaketin büyüklüğünü göstermeye yetiyor. Sadece Suriye halkına değil, başta Türkiye ve Rusya olmak üzere bütün bölge ülkelerine büyük zararlar veren bu sorunun çözümü konusunda artık daha gerçekçi adımların atılması gerekiyor.
Türkiye-Rusya yakınlaşması bu açıdan bir fırsat oluşturuyor. Ayrıca Ankara ve Moskova, Suriye sorununa kalıcı bir çözüm bulunmadan kendi aralarındaki ilişkinin sürekli risk altında olduğunu da unutmamalıdırlar.
[Türkiye, 13 Ağustos 2016].