Ya da şöyle soralım: Bir doçent kaç yardımcı doçent eder?
Peki, bir profesör kaç yardımcı doçent eder?
İşçi havuz problemi gibi bu sorular size saçma gelebilir. Ancak, mizah yaptığımı düşünmeyin.
Gayet ciddi bir konu hakkında yazıyorum. Konu, YÖK’ün resmi duyurusuna göre “eğitim-öğretimin niteliğini yükseltecek faaliyetler çerçevesinde yüksek lisans ve doktora programları açma kriterlerinin güncellenmesine ilişkin bir çalışma”nın başlatılmış olması. Bir başka ifadeyle, YÖK, lisansüstü (yüksek lisans ve doktora) programı açma kriterleri taslağını web sayfasında ilan etmiş. İlgili paydaşlardan 20 Aralık 2014 Cumartesi gününe kadar görüş bekliyor.
Bu önemli konuda görüş alınması tabii ki önemli ve anlamlı. Ancak, sanıyorum 8 Aralık’ta ilan edildi bu duyuru. Görüş alınması için neden bu kadar az bir süre (12 gün) tanındığını bilmiyorum.
Bildiğim şu: Bu kadar az süre tanınması ve doğrudan kriterlerin revizyonu üzerinde görüş istenmesi sonucu paradigmatik bir değişiklik mümkün değil. Çünkü öyle tahmin ediyorum ki, tartışmalar, kaç profesör ve doçent olsun etrafında dönecek ve asıl tartışılması gerekenler ıskalanacak.
Bütün bu çekincelerimle birlikte, konuya ilişkin görüşlerimi üç maddede şöyle özetlemek istiyorum.
Birincisi, bu tür konularda doğrudan kriterleri tartışmadan önce, bu kriterlerin dayandığı felsefe ve stratejik planın netleşmesi lazım. Mevcut duruma ilişkin durum tespitiniz ve Türkiye yükseköğretimini ulaştırmak istediğiniz hedefleriniz ve vizyonunuz, lisansüstü programlara ilişkin politikalarınızı derinden etkileyecektir. Sözgelimi, Türkiye yükseköğretiminin büyümesine gerek olup olmadığı sorusuna vereceğiniz cevap lisansüstü politikanızı belirleyecektir.
İkincisi, bütün üniversiteleri ve farklı alanları kapsayan tek bir kriter setinin ne derece anlamlı olduğu tartışmaya açıktır. Örneğin, henüz kurumsallaşmamış ve dolayısıyla akademik camiada insan kaynağı sınırlı alanlar için, doktorası veya doçentliği “o alanla doğrudan ilişkili olmak üzere en az biri profesör, ikisi doçent toplam beş öğretim üyesinin veya en az ikisinin profesör olması durumunda toplam beş öğretim üyesinin bulunması” gibi bir şar t, donuk bir bilimsel örgütlenmeye yol açacaktır. (Bu arada YÖK’ün bu hesabına göre, ikinci bir profesör iki doçente bedeldir; birinci profesör ise paha biçilmezdir, dünyadaki bütün doçentler ve yardımcı doçentler bir profesör edemez.) Kaldı ki, modern üniversitede tek akademik unvan vardır o da doktoradır. Diğerleri (doçent, profesör), kadro unvanlarıdır.
Üçüncüsü, modern üniversitede unvan hesapları yerine, “yeterli öğretim üyesi ve altyapı” gibi esnek ve evrensel bir kriter kabul edilmelidir. Önerdiğim bu kriterin, YÖK tarafından benimsenmesini beklemiyorum. Ancak, öyle durumlar olabilir ki, altı profesörün olduğu bir başvuru, bir profesörün bile olmadığı bir başvurudan zayıf olabilir. Dolayısıyla, örneğin “karşılaştırmalı edebiyat” alanında doktora programı açmak için “yeterli öğretim üyesi ve altyapı”nın ne olduğu konusunda, ilgili programın misyonu, kapsamı ve hedeflerini görmeden herhangi bir şey söylemek abes olur. Öte yandan, program başvuru değerlendirilmesinin yani neyin “yeterli” olup olmadığına ilişkin incelemenin, kriterler çerçevesinde YÖK memurları tarafından yapılması, özünde anti-akademik bir sürecin işletilmesidir. Dolayısıyla, neyin yeterli olup olmadığına ilişkin inceleme, tıpkı diğer akademik süreçlerde olduğu gibi, akran değerlendirmesiyle yapılmalıdır. Ek olarak, kararları, tamamen hocalara bırakmanın da riskleri olduğu için, programlara ilişkin nihai kararlar, akran değerlendirmeleri dikkate alınmak suretiyle ve kamu politikaları ve yararı gözetilerek YÖK tarafından verilmelidir. Böylece, YÖK üyeleri de kendilerine memurlardan gelen öğretim üyesi sayısı hesaplarıyla uğraşmak yerine, akademik raporları değerlendiren ve kamunun “mütevelli”si rolüne gerçek anlamda kavuşabilir. Yerim bitti. Ama söyleyeceklerim bitmedi.
[Yenişafak, 18 Aralık 2014]