Son dönemde Amerikan dış politikasına dair yeni çıkan ve ses getiren bazı kitapları gözden geçirme şansım oldu. Tabii konuyla ilgili tonlarca yayın var.
Ama benim özellikle tercih ettiklerim stratejik perspektiften yazılmış olanlar. Amerikan dış politikasında ne olup bittiğini anlatan değil, nasıl olması gerektiğine dair kitaplara bakıyorum.
Ve yeni bir eğilimin ortaya çıktığını görüyorum.
Amerika'nın dünya siyasetine dönüşünü savunan kitapların sayısında büyük bir artış var. Suriye gibi istikrarsızlık alanlarına müdahaleyi ve hatta silahlı müdahaleyi savunan kitaplar yayımlanıyor. "Yumuşak güç," "kıyıdan dengeleme" ve "sınırlandırma" gibi kavramların yerini "büyük sopa" "silahlı diplomasi" ve "müdahale" gibi kavramlar almaya başladı.
Bir ülkede yapılan kitap yayınlarıyla pratik siyaset el ele yürümek zorunda değil. Hatta akademik çalışmalar siyaseti eleştirme alışkanlığına sahip olduğundan, genelde aksinin olması beklenir.
Fakat pratik siyaset ile akademik eserlerin odak noktaları zaman zaman benzerlikler taşıyabilir. Mesela baba Bush döneminde Fukuyama gibileri ön plana çıkarken, Clinton döneminde Robert Art, Barry Posen ve Christopher Layne gibiler dikkat çekiyordu. Fukuyama muzaffer liberalizmi anlatırken ve daha ileri gitmeyi savunurken baba Bush yeni dünya düzeni diyordu. Art ve benzerleri seçici angajman ve savunmacı politikalar önerirken, Clinton sınırlandırma stratejisini tercih ediyordu.
Aslında akademik çalışmalar da siyasi tercihler gibi. Bazı dönemlerde bazı tür çalışmaların ön plana çıkması ihtiyaca binaen gerçekleşebiliyor. Amerikan dış politikası bir yana fazlaca savrulunca akademik eleştiriler de diğer taraftan itmeye başlıyor. O zaman siyaset bir beşik gibi öbür tarafa sallanmaya başlıyor.
Örneğin Clinton döneminin yeterince müdahil ve çözümcü olmadığı inancı müdahaleci ve kökten çözüm üretme eğilimine sahip Bush yönetimini ürettiyse, aşırı müdahaleci Bush yönetimi aşırı ilgisiz Obama yönetimini doğurdu.
Müdahaleden aşırı kaçınan Obama giderken yerine müdahale şansı yüksek bir Trump geliyor. Akademik yayınların da aynı anda bu yana savrulduğunu söylemek mümkün.
Örneğin Eliot Cohen "Büyük Sopa" başlıklı bir kitap yayımladı. Kitap terörle mücadele değil Bush döneminde olduğu gibi "terörle savaş" fikrine geri dönüşü destekliyor ve Amerika'yı uluslararası sistemde acilen ve gerektiğinde güç kullanmaya çağırıyor.
Stephen Brooks ve William Wohlforth'un "Yurt Dışında Amerika" başlıklı kitabı Amerikan liderliğini korumak için çatışma ve müdahaleye hazır olmak gerektiğini anlatıyor.
Hatta aynı iki yazar liberal Ikenberry ile yazdıkları bir makalenin başlığını "Eve dönme Amerika" olarak koydular.
Amerika eve dönerse hem uluslararası istikrar bozulur hem de Amerika zarar görür diyorlar.
Robert Lieber ise yeni kitabında müdahaleden uzak durmanın maliyetli bir strateji olduğunu iddia ediyor. Amerika'yı tekrar ve acilen müdahil olmaya çağırıyor.
Henry Nau "muhafazakar uluslararasıcılık" adını verdiği kitabında Amerika'nın sürekli ve atak bir diplomasi izlemesini ve bu diplomasinin de silahlı olması gerektiğini dile getiriyor. Bu itici gücün Türkiye ve Ukrayna gibi ülkeleri ve bu ülkelerdeki demokratikleşmeyi desteklemek için kullanılması gerektiği iddia ediliyor.
Tabii bunların hepsi akademik değerlendirmeler. Siyasetçiler bunlara bakarak nadiren karar verir. Ama hem siyaset hem de akademi benzer bir sosyal ortamın parçası olduğundan aynı anda aynı tarafa doğru savrulabiliyor.
Sanırım yine öyle bir dönemden geçiyoruz. Obama'nın aşırı ilgisiz politikalarının yarattığı tepki Amerika'yı aşırı müdahaleciliğe doğru savuracak gibi. Bakmayın piyasadaki dedikodulara.
Bakmayın Obama siyasetini devam ettirme gayretkeşliğindeki CENTCOM'un yaptıklarına. Su bir kere tersine akmaya başladı. Ne zaman Suriye'ye gelir bilmem ama illa ki gelecektir.
[Takvim, 8 Mart 2017].