Türkiye'nin yoğun dış politika gündemi ve iç politikadaki sıcak gelişmeler bir şekilde AB ile ilişkileri etkiliyor. Dış politikanın tüm alanlarını tek bir resimde toplama hedefli bütüncül dış politika çerçevesinde AB ile ilişkiler önemli yer tutuyor. Türkiye'nin AB ile ilişkileri, Avrupa merkezli bir dünya sisteminin ortaya çıkışından sonra bir ayak uydurma ve bütünleşme çabası olarak gelişti.
Avrupa ile ilişkilerin tarihi bir bağlama oturtulması sağlıklı bir yaklaşım için olmazsa olmaz bir koşul. Avrupa Birliği ile ilgili liberal ve milliyetçi yanılsamalar bu tarihi derinliğin eksikliğinden kaynaklanıyor. Milliyetçi algılama, AB ile ilişkilere şüphe ile bakmakta, derinlerde bir bölünme endişesi taşımakta. Liberal bakış ise AB'siz Türkiye'nin herhangi bir alanda mesafe kaydedemeyeceği, nerdeyse yaprak kımıldamayacağı algısına sahip. Her iki pozisyonun temel problemi AB ile ilişkilerde bir özgüven sorunu olması ve tutarlı bir duruş geliştirememiş olmaları.
Osmanlı imparatorluğu Avrupa ile 17. yüzyılın ortalarından itibaren intibak ve mücadele çabalarının birlikte yürütüldüğü bir etkileşime girişti. 1648 Vestfalya anlaşması ile kurulan yeni düzene, Köprülü reformları ile cevap verilerek modernleşme ve sekülerleşmenin ilk dalgası yaşandı. 1815 Viyana Anlaşması sonrası kurulan Avrupa Uyumuna Tanzimat ile cevap verildi. Köprülü reformlarının açtığı ufuk III. Selim'e Tanzimat'a kadar alan açtı. Ancak intibak süreci Tanzimat'la ivme kazanır. Bu süreçte 1856 Paris Anlaşması Islahat Fermanı'na işlerlik kazandırdı ve Osmanlı'yı Avrupa devletler topluluğunun bir üyesi olarak tanıyarak toprak bütünlüğünü garanti altına aldı. I. Dünya Savaşı ile biten Avrupa Uyumundan sonra kurulan Milletler Cemiyeti'nin üyesi olan Türkiye Cumhuriyeti, Batılılaşma reformlarını hızlandırarak intibak sürecini sürdürdü.
Tek taraflı ilişki algısı İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan Birleşmiş Milletler'in üyesi olan Türkiye tercihini Batı Avrupa ülkelerinin yer aldığı Batı kampından yana yaptı. Avrupa ile ilişkiler bir tarihi-felsefi süreklilik dinamiğine sahip. Bu ilişkileri belirli sorunlar ya da konjonktürel durumlarla tanımlamak hatalı olur. Diğer taraftan AB ile ilişkileri tek taraflı bir bağımlılık ilişkisi olarak tanımlamak da doğru değil. Avrupa ile ilişkilerin Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde gerçekleşmesi bu tek taraflı ilişki ve tek çıkış yolu algısının sebebi. Ayrıca Soğuk Savaş sonrası dönemde Türkiye uzunca bir süre dış politikasını yeni dönemin gereklerine göre şekillendiremedi. İçeride yaşanan sorunlar, dışarıda ülkenin önünü tıkadı. Soğuk Savaş mantığının terk edilememesi ülkeyi dünya zamanının gerisine düşürdü. Milliyetçi korku ve liberal aşırı beklenti bu dönemin travmaları bir bakıma. Türkiye tarihine hızlı bir bakışla bile Orta Asya ve Mezopotamya merkezli güçlü medeniyetlerin gelip yerleştiği ve diğerlerinin gelip geçtiği kadim bir medeniyet tarihi ile karşıya olunduğu anlaşılır. Avrupa'nın 500 yıllık tarihi ile karşılaştırılamayacak bir kadim tarih. Böylesi bir ülkenin gücünü tarih-medeniyet derinliğinden alan bir özgüvenle hareket etmesi gerekiyor. Aynı zamanda yapıcı bir AB eleştirisi, AB'nin geleceği perspektifi ve ne vaat ettiğinin ortaya konulması diğer şartlar. AB pozisyonunu bu şekilde belirleyen Türkiye ile küresel bir güç olabilir. Türkiye'nin modernleşmesi, demokrasisi ve ekonomik kalkınması için uluslararası standartları yakalama süreci AB olmasa bile devam etmesi gereken bir süreç. Türkiye'nin bir enerji termina