Türkiye oldukça kritik bir süreçten geçiyor. Bir yandan FETÖ tasfiyesi gerçekleştirilirken öte yandan içeride ve dışarıda terörle etkin bir mücadele süreci yürütülüyor. 15 Temmuz sonrası devlet yeniden yapılandırılırken Türkiye’nin operasyonel kabiliyeti artıyor, başarılı operasyonlara imza attıkça FETÖ’nün ülkeye maliyeti daha iyi anlaşılıyor. 24 Ağustos sabahı başlayan “Fırat Kalkanı Operasyonu” bu fotoğrafı net bir şekilde ortaya koymaktadır. Sınır güvenliğinin sağlanması ve Suriye’den gelen tehdidin bertaraf edilmesi bu operasyonun temel amacı olarak görünüyor.
Operasyonda birden fazla kuvvet komutanlığının yeteneklerinin kullanılması ayrıca vurgulanmalıdır: Piyade birlikleri (Mekanize ve havan unsurları dahil), tank ve topçu birlikleri (Çok namlulu roketatar-ÇNRA), geçit açan, mayın temizleyen istihkam birlikleri, muharebe birlikleri, lojistik destek unsurları, Hava Kuvvetleri’nin hava ve yer destek unsurlarının (İHA’lar dahil) kullanılması operasyonun “Müşterek Özel Görev Kuvveti“ ile yapılması anlamına gelmektedir. Operasyonun bir başka önemli boyutu ise Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) birliklerinin koordine edilmesi ve destek sağlanması yoluyla gerçekleşmiş olmasıdır.
DAEŞ’in hem Irak hem de Suriye’de kısa süre içinde oldukça etkin bir pozisyon kazanması, bu ülkelerin istikrarsızlaştırılmasına yol açmakla kalmadı, Türkiye’ye yönelik terör tehdidinin de gittikçe büyümesine neden oldu. DAEŞ ve PKK/PYD’nin birbirleriyle hakimiyet kazanma yarışına girmesi ise birbirlerine alan açmalarıyla sonuçlandı. DAEŞ, PYD’yi hedef göstererek motivasyon sağlarken, PYD de DAEŞ’e karşı kullanışlı bir aparat olduğunu gösterdiği ölçüde uluslararası alandan meşruiyet ve destek kazandı. Bu yönüyle aralarında simbiyotik bir yaşam biçiminden bahsetmek de mümkün. Bu döngünün Türkiye’yi ilgilendiren en önemli tarafı ise iki örgütün Türkiye’yi de bir rekabet alanına çevirmeleri oldu. Birer çökmüş devlet olarak Irak ve Suriye, bu örgütlerin sürekli büyümeleri ve alan kontrolü sağlamaları için önemli bir zemin oldu.
Hedef DAEŞ’i Bölgeden Atmak ve PYD’nin Fırat’ın Batı Tarafına Geçmesini Engellemek
Fırat Kalkanı Operasyonu’nun hem DAEŞ hem de PYD/YPG’nin Türkiye’ye yönelik tehditlerinin artık tahammül edilemeyecek bir noktaya geldiğinde başlamış olduğu ifade edilebilir. DAEŞ’in hem Türkiye içinde canlı bomba kullanarak hem de Suriye topraklarından yaptığı saldırılar, Türkiye’nin güvenliğine yönelik açık tehditlerdi. Yine DAEŞ’in Cerablus’tan Azez’e uzanan hattı kontrol etmesi, PYD/ YPG’nin bu bölgeye yönelik stratejisini meşrulaştırmaktaydı.
Dolayısıyla Cerablus Harekatı’nın zamanlaması ve kapsamı göz önünde bulundurulduğunda iki temel hedefe yönelik olduğu söylenebilir: Bu hedeflerden ilki Türkiye sınırının -şimdilik bir kısmını- DAEŞ unsurlarından temizlenerek sınır güvenliğinin sağlanması. 10-15 günlük hazırlık sürecinin ardından başlayan operasyon 16 saat içinde Cerablus kent merkezi ve civarındaki köylerin temizlenmiş olması ile sonuçlandı. Bu durum operasyonel başarının açık bir göstergesi. Bu başarı bütün sınır boyunun DAEŞ’ten arındırılması için önemli bir ilk adım olarak okunabilir.
İkinci hedef ise Membiç’i kontrol eden Suriye Demokratik Güçleri (SDG) eliyle PYD/YPG’nin Fırat’ın batısında daha fazla alan kazanmasının önüne geçilmesi. Salih Müslim’in operasyona verdiği tepki PYD/ YPG’nin de ana stratejisini ifşa eder bir mahiyete sahip. Membiç’ten çekilmesi beklenen PYD/YPG’nin temel stratejisi DAEŞ’le mücadele söylemi altında Fırat’ın batısında daha fazla alan hakimiyeti kazanmaktı. Ancak Türkiye bu operasyonla hem DAEŞ’i geriletmiş hem de PYD/YPG’nin vulgar bir ton kullanarak meşruiyet ve destek kazandığı söylemsel kozu da elinden almış oldu.
Çok daha önemlisi Türkiye, bölgede fiilen bulunarak Biden’ın ziyareti esnasında PYD/ YPG’nin Fırat’ın batısına geçmeyeceğine yönelik taahhütlerini yerine getirmeme riskine karşı oldukça etkili bir önlem almış oldu. Suriye’de etkinlik kaybettikçe PKK ve DAEŞ’in Türkiye içinde daha fazla silahlı eylemde bulunması beklenebilir. Bu durum güvenlik birimlerinin de daha fazla teyakkuzda bulunmaları ve daha etkin önlem almalarını gerektirmektedir.
Operasyonun ve Suriye Krizinin Geleceği
DAEŞ ve PYD/YPG tehditlerine bakıldığında operasyonun Cerablus kent merkezinin DAEŞ’ten arındırılmasıyla sınırlı kalmayacağı açık. Cerablus-Azez hattının DAEŞ kontrolünde olması Türkiye’ye yönelik tehdidin henüz bertaraf edilmediğine işaret etmektedir. Ayrıca ÖSO kontrolüne giren Cerablus’un tekrar DAEŞ’e kaptırılmaması ve buraya geri dönen sivil halkın güvenliğini sağlamak açısından bu hattın tamamen temizlenmesi gerekmektedir. ÖSO’nun bu hatta etkin kontrol sağlaması ayrıca PYD/ YPG’nin de bu bölgedeki varlığına karşı etkili bir önlem işlevi görecek. ÖSO’nun etkin ve istikrarlı kontrolü ise burada güvenli bölge oluşturmakla mümkün olabilir.
Operasyonun bir başka muhtemel sonucu ise Türkiye ile PYD/YPG’nin karşı karşıya gelmesidir. PYD/YPG’nin agresif tavırları Türkiye’nin kararlı tutumu ile karşılaşacaktır. Nitekim Membiç operasyonunun bitmesine ve ABD’nin açık taahhüdüne rağmen PYD/YPG’nin bu bölgeden henüz Fırat’ın doğusuna çekilmemesi Türkiye’nin doğrudan müdahalesine zemin hazırlamaktadır.
Operasyonun Suriye krizine çözüm arayışları bağlamında yeni bir adım olup olmayacağı bir başka önemli meseledir. Muhalifler arasında koordinasyon ve işbirliği arttıkça hem kontrol alanları genişleyecek hem de Esed yönetimine alternatif oluşturma noktasında daha ikna edici bir noktaya gelinecektir. ABD’nin PYD/ YPG’ye yaptığı yatırımın oluşturduğu maliyet Türkiye ile Rusya’nın yakınlaşmasına yol açtı. Bu anlamda 10 Ağustos’ta gerçekleşen Erdoğan Putin görüşmesi ve İran’la “Suriye’nin toprak bütünlüğü” üzerinden sıklaşan diyalog bu üç aktörün birbirine yaklaştığına işaret etmektedir. Bu noktada ABD’ye karşı bir blok oluşumundan bahsetmek zor olsa da bu üç aktörün aralarındaki ihtilafları çözmesi ABD’yi de yeni bir pozisyon almaya zorlayacaktır.
[Kriter, 1 Eylül 2016].