SETA > Dijital Medya |
Türkiye de Göçün Geleceği

Türkiye’de Göçün Geleceği

Türkiye elbette geri dönüşü de kapsayan göç siyasetini yeniden şekillendirmelidir. Ancak bu ‘Tüm Suriyelileri Suriye'ye göndereceğiz.’ gibi afaki, hiçbir hukuki dayanağı olmayan ucuz popülist seçim sloganları ile değil, geri dönüşü de kapsayan kısa-orta-uzun vadeli insani ama stratejik bir göç yönetimi ve siyaseti ile mümkündür.

Amerika'nın kendi iç sorunlarına odaklanan dış siyasetinin son adımı Afganistan'dan çekilmek oldu. Afganistan'da demokratik ve hukuk devleti kurma çabaları 20 yıl sonra ülkeyi Taliban'a teslim eden bir kaçışla son buldu.

Binlerce kilometre uzaktan demokrasi vaadiyle ülkeye giren ABD, ülkede ne stabil bir merkezi hükümet ve idare ne de barış ve refah ortamı sağlayabildi.

Silahlarını Taliban'a bırakarak geri çekilen ABD ordusu, Afganistan'da halkı radikal grupların insafına terk edip kaçarken, dünyayı da yeni bir göç riskiyle daha baş başa bıraktı.

Sadece Afganistan'a sınır ülkeler değil, Türkiye gibi Avrupa'ya geçiş basamağı olarak görülen ülkeler ve Avrupa da yeni bir göç dalgasıyla karşı karşıya kaldı.

Bu yeni göç hareketliliğine karşı Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'nin "yol geçen hanı" olmadığını ifade ederek yeni bir göç akınının kabul edilmeyeceğini açıkladı.

Yeni Göç Dalgası Nereye?

İltica hukukunu uluslararası olarak düzenleyen Cenevre anlaşmasına göre Türkiye doğudan "mülteci" kabul etmiyor. Buna mukabil yine aynı anlaşmaya göre AB ülkeleri savaş bölgelerinden mülteci kabul etmek zorundalar. Ancak bilindiği üzere Ankara, göç krizine acil bir cevap olarak AB ile varılan bir mutabakat sonucu Türkiye'de bulunan Suriyeli göçmenlere geçici koruma statüsü vererek göçmenler için içeride hukuki bir zemin hazırladı. Ancak AB, "Türkiye-AB 18 Mart Mutabakatı" dolayısıyla Türkiye'ye verdiği vize serbestisi ve Gümrük Birliğinin revize edilmesine dair sözlerini tutmadı. Bu da iki taraf arasında güven ilişkisini zedeledi ve mutabakatı AB için tek taraflı bir anlaşmaya çevirdi.

Gerek Suriye'den gerekse Afganistan'dan Türkiye'ye gelen göçmenlerin çoğunlukla Avrupa'ya geçmeyi hedeflediği biliniyor. İltica rejimini oluşturan AB ülkelerinin aksine Türkiye'nin göçmenleri Türkiye'de mülteci statüsünde kalıcı olarak tutma yükümlülüğü bulunmuyor. Afganistan'dan Avrupa'ya doğru yeni bir göç riskinin yarattığı endişe Avrupa kamuoyuna yansımaya başladı.

AB, Suriye'den gelen göç dalgasında olduğu gibi Afgan göçmenler konusunda da Türkiye'yi bir göç deposu olarak gördüğü izlenimini vermeye devam etmektedir. Bazı AB ülkeleri tarafından AB-Türkiye mutabakatının Afganları da kapsaması gerektiği yönündeki açıklamalar bunu açıkça göstermektedir. Elbette Ankara bunu kabul etmeyecek. AB, Türkiye'yi göçmen deposu olarak görmekten vazgeçerek yeni göç dalgalarını Türkiye'nin sınırında durdurmalı ve güvenliğinin artırılması için lojistik, finansal ve diplomatik destek sağlamalıdır.

Sadece Avrupa değil, İran da kendi topraklarındaki potansiyel çatışmaları Türkiye'ye ihraç etmeye çalıştığının işaretlerini veriyor. İran'ın uyuşturucu ve illegal ticaret engellemek amacıyla oldukça sıkı korunan Türkiye sınırında üstelik otobüslerle bu kadar göçmenin Türk tarafına geçebilmesi bu şüpheyi daha da güçlendiriyor. Bunun yanı sıra Van'dan sosyal medyaya düşen görüntüler de kabul edilemez ve İran'la arasına güvenlik duvarı ören Türkiye'nin sınır güvenliğinin daha da artırılması gerektiğini gösteriyor.

Yeni Bir Göç Siyaseti

Türkiye'nin göç konusunda yeni bir aşamaya geçmesi gerekiyor. Bu da kurumlar arasında siyaset, yönetim ve söylem birliğine dayalı bir göç yönetimi anlamına gelmektedir. Türkiye, Avrupa ülkelerinin aksine milyonlarca göçmen ve sığınmacıya ev sahipliği yapmaktadır. Avrupa ülkelerinde göç krizinin yönetilememesinin yol açtığı toplumsal çatışma ve siyasi kaos bu güne kadar güçlü siyasi irade, Türk halkının sağduyusu sayesinde bu güne kadar başarıyla yönetilebilmiştir.

Ancak Türkiye insani ve uluslararası sorumluklarını da aşan bir gayretle göç krizini göğüslese de artık göç kapasitesinin sınırlarına dayanmıştır. Türkiye'nin yapısal ve ekonomi başta olmak üzere iç sorunları da göçmenlerin bir "sorun" olarak algılanmasında çarpan etkisi yapmakta ve durumu daha da zorlaştırmaktadır Altındağ'da yaşanan olaylar, Ankara'nın acilen yeni göçlere verilecek cevabı; mevcut göçmenlerin yönetimini ve bunları iç ve dış kamuoyu ile iletişiminin sağlanmasını kapsayan yeni bir göç yönetimine geçmesi gerektiğini göstermiştir.

Öncelikli olarak yeni göçlere karşı "kapalı kapı" siyaseti gerek iç gerekse dış kamuoyuna güçlü bir biçimde deklare edilmelidir. İkinci aşamada, mevcut Suriyeli göçmenlerin kısa, orta ve uzun vadeli bir plan içerisinde yönetimi planlanmalı ve yeni göç siyasetinin kamuoyu ile iletişimi için açık, net ve bilgilendirici bir dil kurulmalıdır.

Gerek Türk kamuoyu gerekse göçmenler nezdinde Türkiye sınırlarının açık olduğu algısı hakimdir. Bu nedenle Türkiye yeni göçlere karşı sınırlarında güvenlik önlemlerini artırdığının ve açık kapı siyasetine çoktan son verdiğinin sinyallerini içeride ve dışarıda güçlü biçimde vermelidir.

Göç konusunun Türkiye için giderek toplumsal bir krize evrildiği ve "belirsizlikleri" kaldırmadığı ortadadır. İstihbarat örgütleri ve içerdeki aparatlarının bu boşlukları hızla manipülasyon, provokasyon ve yalan haberlerle doldurduğu görülmektedir. Halkı ve göçmenlerin Türkiye'nin iç barışını dinamitleyecek bir provokasyondan korunması için yeni bir iletişim dili kurulmalıdır. Göç meselesi, gerek bu meseleyi bir oy malzemesi olarak gören ırkçı muhalefetin gerekse Türkiye'nin iç barışını bu mesele üzerinden dinamitlemeye çalışan provokatörlerin elinden alınmalıdır. Bu ise ancak göç meselesinin provokatörlerden ve ırkçı muhalif odaklarından çok daha önce açık ve doğru bilgiler eşliğinde gündem yapılması ve yönetilmesiyle mümkündür. Göçmenlere dair ortaya atılan iddia, manipülasyon ve provokasyonlara tepki verme aşamasından göç gündemini ele alma aşamasına geçilmelidir.

Türkiye elbette geri dönüşü de kapsayan göç siyasetini yeniden şekillendirmelidir. Ancak bu "Tüm Suriyelileri Suriye'ye göndereceğiz." gibi afaki, hiçbir hukuki dayanağı olmayan ucuz popülist seçim sloganları ile değil, geri dönüşü de kapsayan kısa-orta-uzun vadeli insani ama stratejik bir göç yönetimi ve siyaseti ile mümkündür.

[Sabah, 14 AÄŸustos 2021].