Çevreme bakıyorum da yediden yetmişe hemen herkes oturmuş, cumhurbaşkanı kim olur, başbakan kim olur tartışması yapıyor.
Bu, her şeyden önce toplumun siyasal alana yakın ilgisinin göstergesi.
Türkiye’de siyasal katılımın sadece sandıkla başlayıp bitmediğinin işareti. Bugün bu tartışmanın toplumun genelinde yapılıyor olması, aynı zamanda 17 Aralık sürecinde bir sarsıntı yaşayan siyasetin normalleştiğinin de delili.
Yeniden önünü görebilen bir Türkiye var karşımızda.
Ne var ki Türkiye siyasetinin yeni bir noktaya geldiğini iddia ediyorsak, bu durumda Türkiye siyasetinin geleceğini daha yapısal bir çerçeve içerisinde de tartışmamız gerekiyor.
2000 sonrasında ekonomisi büyüyen, dışa açılan, bölgesinde itibar kazanan, siyaseti normalleşen ve demokrasisi gelişen bir Türkiye tablosu ortaya koyan AK Parti, aynı zamanda vatandaşın siyasetten beklenti düzeyini de yükseltmiştir.
Siyasal, toplumsal, kültürel ve ekonomik fırsat alanlarına daha fazla katılmak isteyen aktörler çıkmıştır sahneye.
2000’ler boyunca söz konusu alanlarda artan katılım talebi, başta AK Parti olmak üzere siyasetin bütün öznelerini zorlamaya başlamış, toplum siyasetten her geçen gün daha fazla performans bekler hale gelmiştir.
Bu talep ve beklentilere en hızlı cevap verebilen AK Parti olduğu için her seçimde seçmenden daha fazla ilfitat görmüştür.
Ne var ki, siyasete yönelik her vesayet girişimi bu olumlu gidişatta bir duraklama yaşanmasına neden olmuştur.
Son olarak 17 Aralık vesayet girişimi, tam da bu anlamda siyasete yönelik bir suikast girişimi olarak varlık bulmuştur.
Demokratikleşme paketi açıklayan, yeni paketlerin hazırlandığı müjdesini veren bir iktidarı güvenlik çemberine almaya çalışmış ve topluma da siyasete de beka kaygısı yaşatmıştır.
GERİLİMDEN PERFORMANS SİYASETİNE
Normalleşme süreci tamamlandığında, siyasal vesayet girişimlerinin kökü tam anlamıyla kurutulduğunda, toplumun siyasetten beklenti düzeyi daha da artacaktır.
Önümüzdeki dönemde Türkiye siyaseti, “gerilim siyaseti”nden “performans siyaseti”ne doğru daha hızlı yol alacaktır. Bu da, kalite çıtasının daha da yükselmesi anlamına gelecektir.
Bulunduğumuz noktada, siyasal alana yönelik vesayet girişimlerinin her düzeyde, bir daha geri döndürülemeyecek şekilde ortadan kaldırılması en acil meseledir.
Önümüzdeki dönemde siyasal özne olmanın koşullarından biri de, bu cesaret ve beceriyi gösterebilmektir.
ESAS MESELE
Fakat, uzun vadede Türkiye siyasetinin temel meselesi, yeni Türkiye’nin kurumsallaşması meselesi olacaktır.
Eğer Türkiye 2000 sonrasında yakaladığı dönüşüm dinamiğini sürdürecek ve yükselen bir güç olmaya devam edecekse siyaset, ekonomi, toplum ve kültür alanlarında kurumsallaşmak durumundadır.
Önümüzdeki dönemin Türkiye siyaseti aynı zamanda bir dizi başka yapısal ikimlemle daha yüzleşmek zorunda kalacaktır. Evrensel-yerel, kimlik-hizmet, kır-kent, birey-devlet, merkezi-bölgesel, kadın-erkek ve yoksul-zengin ikilemlerini önümüzdeki dönemde daha fazla konuşacağız.
Ki bu da iyi bir şey. “Türk-Kürt”, “Laik-dindar” ikilemlerini konuşmaktan çok daha normal, çok daha sıhhatli bir durum.
[Akşam, 28 Nisan 2014]